Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Tarih kokan şehir: Erzincan

Yayınlanma

Tarih

TARİH KOKAN ŞEHİR: ERZİNCAN

Bu hafta sonu Eczacılık Fakültesi Dekanları toplantısında, Erzincan Üniversitesi Eczacılık Fakültesinin konuğu idik. Yaklaşık 25 fakültenin dekanları toplantıya katılmıştı.  Erzincan üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İlyas Çapoğlu ve Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Yücel Kadıoğlu’nun olağan üstü misafirperverliğine hayran kalmamak mümkün değildi. Anadolu insanının misafirpere, misafirliğe verdiği önemi gösterdiği özeni iliklerimize kadar hissettik. Bir günümüzü toplantıya ayırıp önemli konuları görüştükten sonra ilk defa geldiğim Erzincan’da gezilere başladık.

Erzincan tarihi İpek Yolu üzerinde olmasından dolayı çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış bir kent. Müthiş bir tarih kokusunu hissedebiliyorsunuz. Malazgirt Zaferi’nden sonra Türk hâkimiyetine geçmiş, özellikle de Selçuklu mimarisinin etkilerini görüyorsunuz. El sanatları meraklılarının özellikle bakır ile süslenmiş ürünleri mutlaka görmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ya  da “Eğin Halıları”nı alamasanız bile kesinlikle görün derim. Erzincan mimarisinde taş yapılar göze çarpmakta; kapı, pencere ve dolaplarında ahşap işçiliğinin mükemmelleştiğini görebiliyorsunuz.

Erzincan’a gelip de Erzincan ve Kemah Kalelerini görmeden sakın gitmeyin; spor ayakkabılarınızı giyin ve muhteşem güzellikler içinde kaleyi ziyaret edin.  Erzincan kalesinin ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmese de Moğollara karşı Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad tarafından onarılarak kullanıldığı tarih kayıtlarında yer alıyor. Kemah Kalesi ise ilçeye önemli bir tarihsel görkem sunmuş. Kemah’a gelen misafirlerin mutlaka kaleye çıkarılması neredeyse adet yerini almaya başlamış. Fakat benden küçük bir tiyo; asla pişman olmayacaksınız, hatta gitmezseniz sonra bir yerlerde duyduğunuzda ciddi pişmanlık yaşayabilirsiniz. Bir de kaleye çıkarken aman ha fotoğraf makinenizi unutmayın; öyle olağan üstü görsellere şahitlik edeceksiniz ki yoksa “ben buralara neden gelemedim” diye daha sonra hayıflanırsınız. Birinci Dünya Savaşında ciddi şekilde tahrip olan kalede gizli geçitler, dehlizler ya da suyolu buram buram tarih kokmakta…

Erzincan deyince Terzi Baba Hazretleri akla gelir. Terzi Baba Hazretleri dürüstlüğü ile insanlar üzerinde nam salmış, diktiği elbiselerden artan parçaları toplayıp cebine koyarak sahibine geri vermeyi düstur edinmiş, etrafında Tasavvuf kültürü ile yetişmiş büyük bir kitle oluşmuş, ve Miftah-ı Kenz adlı eserinde tasavvuf anlayışını toplamıştır.  Depremden sonra Japonlar tarafından yapılan Terzi Baba Camisinin içi adeta bir Uzay üssünü andırıyor. Değişik bir mimari yapı ile karşı karşıya geliyorsunuz.

Erzincan’a ayak basar basmaz ilk karşılaştığınız soru şudur; “ekşi suyumuzun tadına baktınız mı?” Ekşi su, doğal maden suyunun çıktığı ve mesire yerlerinin bulunduğu bir alanda bol miktarda akan bir su. İçtiğinizde gerçekten içindeki minerallerden dolayı suda bir ekşilik tadı alıyorsunuz. Türk Kızılayı Mireralli Su İşletmeciliği’nin Afyondan sonraki ikinci büyük tesisi burada bulunuyor. Mükemmel bir tesis ve tertemiz; tesisi görmüş biri olarak gönül rahatlığı ile içilebileceğini söylemekten onur duyarım.

Hayatınızda “unutamayacağım bir yer görmek istiyorum” diyorsanız; “Girvelik Şelalesi”ne gitmeniz gerekir. Bolca fotoğraf çekebileceğiniz, suyun dağ ve bitki örtüsü ile nasıl raks ettiğine şahit olacağınız, su sesinin meydana getirdiği mükemmel melodiyle kulağınızın pasını atacağınız görsel bir şölen Girvedik Şelalesi… Allah’ın sanatını görüp şükretme ve tefekkür etme yeri adeta… Şelaleye giderken yol boyu size eşlik eden papatyalar, gelincikler ve çeşit çeşit bitki türleri ise gözlerinize olduğu kadar misk-i amber kokularıyla ruhunuza da hitap ederek yolculuğunuza keyif katıyor…

Meyve deyince ilk akla gelen Cimin Üzümü’dür Erzincan’da, ama ne yazık ki mevsimi olmadığı için tadına bakamadık. Kurusu da olmuyormuş Cimin Üzümü’nün. Şeker oranın sıfıra yakın olduğu bir meyve olması sebebiyle şeker hastaları için de rahatlıkla tüketebilecekleri bir lezzet…

Kemaliye, hayatımda gördüğüm en güzel yerlerden biri. Önceki ismi “Eğin” olan ilçenin adı 1922 yılında “Kemaliye” olarak değiştirilmiş. Sivil mimari ile doğal güzelliklerin hemhal olduğu bir yer. Kemaliye evlerine hayran olmamak elde değil, hele o süslü kapı tokmaklarının iki tane olmasındaki incelik; büyük ve sert olana vurulduğu zaman erkeğin misafir geldiği, ince ve yavaş ses çıkaranın ise kadının misafir olarak geldiğini belirtmesi… Osmanlı’dan kalma bir adet olan bu ince düşüncenin Kemaliye’de hala yaşatılıyor olması beni gerçekten çok etkiledi… Derin düşüncelere saldı… Sadece bu davranış bile Osmanlı zamanında insanların ne kadar ince ruhlu olduklarının bir ispatı değil miydi?

Kemaliye’ye geldik madem, Kemaliye Kanyonu’nu gezmeden olmaz dedik ve çıktık yola… Grand Kanyon’undan sonra dünyanın ikinci büyük kanyonu olduğunu sonradan öğrendiğim Kanyonun etrafında Karasu üzerinde tekne ile gezmeye başladık. Baktığımız her yer, karşılaştığımız her manzara tam bir görsel şölen sunuyordu bizlere… Gördüklerimiz karşısında adeta büyülenmiş gibiydik…

Dünyanın en lezzetli tuzlarından birinin tadına bakmak isterseniz, Kemah Tuzunun tadına bakıverin, çünkü bol miktarda mineral içeriyor.  100 m uzunluğundaki bir tünelden çıkan su, dinlendirilerek bu katkısız tuz elde ediliyor, tulum peyniri, turşu ve salamurada kullanılıyor, inanılmaz bir lezzet katıyor dahil olduğu tatlara…

Erzincan mutfağı ise bambaşka bir lezzet; tulum peyniri, Kete, Erzincan çorbası, Dut pekmezi, döner… Tadına doyamayacağınız lezzetler her biri…

Erzincan’ı görmek, tadına varabilmek için bir buçuk gün elbette ki yetmedi bizlere… Tadı damağımızda kaldı desek hiç de abartmış olmayız inanın… Mutlaka hayatınızda bir kez olsun Erzincan’a gidin ve doya doya gezin, suyunu için, havasını tenefüs edin, tarihi kokusunu ciğerlerinize çekin… Kısa ziyaretimde imkânımız olduğunca gördüğüm yerleri kalemim döndüğünce anlatmaya çalıştım ama dedim ya; Erzincan anlatılmaz yaşanır…

Organizasyonda emeği geçen başta Erzincan Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Yücel Kadıoğlu olmak üzere, yardımcısı Yrd.Doç.Dr. Sümeyra Tuna ve tüm ekibe, ayrıca Kemaliye gezi programını düzenleyen İVEK ekibine bu unutulmaz anılar için sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş