Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Manisa’ya Doyamadım

Yayınlanma

Tarih

Celal Bayar Üniversitesi Kimya Kulübü ve Manisa Girişimciler Derneği tarafından düzenlenen “Kariyer Günleri” kapsamında “Naylon Aşkı Öldürür” konulu konferansa davetli olarak katıldım, benim için müthiş zevkli bir konferanstı. Çok dikkatli bir dinleyici kitlesi ile karşı karşıya idim. İlgi ve alaka yoğunsa anlatıcının işi kolaylaşır; konuya daha bir odaklanır, daha rahat anlatırsınız. Vermek istediğiniz mesajlar da tam olarak dinleyiciye ulaşır o zaman. Bunun keyfi ise anlatılamaz. İşte Manisa Celal Bayar Üniversitesindeki konferansım bu atmosfer de büyük keyif içinde geçti. Pırıl pırıl gençler ile sohbet etmek tecrübelerinizi paylaşmak olağanüstü güzel bir şey. İyi ki geldim diyorum Manisa’ya…

“Şehzadeler Şehri” olarak bilinen Manisa’yı düşündüğümden çok daha farklı buldum. İlk defa geldiğim bu şehirde özellikle sanayisinden etkilendim. Vestel’in üretim merkezlerini gezerken adeta büyüleniyorsunuz. Türkiye işte bu diyorum. Japonya Kyoto’da Shimadzu Elektronik Üretim Merkezi’ni de gezerken büyülenmiştim. Burada, insan sayısı daha az ama hacim olarak daha büyük geldi bana. Eminim Vestel teknoloji üretimindeki bu hız ile Dünya Devleri arasındaki hak ettiği yerini alacak.

Bu şehre ilk kez geldiğimi öğrenen Manisalıların anlattığı ilk şey Mesir Macununun o meşhur hikayesi oldu. İlk ağızdan dinlediğim bu gerçekler beni oldukça etkiledi doğrusu; Yavuz Sultan Selim’in eşi, Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan Manisa’da bulunduğu zamanda ağır bir hastalığa tutulur ve hiç bir doktordan şifa bulamaz, ta ki bu hastalık Merkez Efendi’ye danışılana kadar. Merkez Efendi bizzat kendisi ilgilenerek 41 çeşit baharat ve bitkiden oluşan bir karışım hazırlar ve Hafsa Sultana yedirerek şifa bulmasını sağlar. Hafsa Sultan’da “Nevruz Günü” ilk bahar haftalarında bu şifalı macunun etrafa dağıtılmasını emreder. Günümüze kadar da bu adet süregelmiş. Bu macun gerçekten öylesine etkili bir şey ki yediğiniz zaman bir zindelik, bir huzur duyuyorsunuz. Bu zamana kadar yemeyenlerin çok şey kaçırdıklarını rahatlıkla söyleyebilirim.

Manisa’ya gelmişken “Tıp Tarihi Müzesi”ni ziyaret etmeden olmaz dedik ve yola koyulduk. Ekibimiz ile ziyaret ettiğimiz müzede gördüklerimizden inanılmaz etkilendik. Osmanlılar zamanında bu Şifahaneler yapılmış, dünyanın ilk hastaneleri diyorlar. Diğer ülkelerde delileri yakarlarken Osmanlılar bu tip merkezlerde tedavi yöntemleri geliştiriyorlarmış. “Meşguliyet terapi” odaları yada Musiki ile “Terapi uygulamaları” şaşkınlığa uğratıyor. İlk göz ameliyatlarının bu merkezlerde yapılması, dağlama odası, ilkel denilebilecek aletler ile tedavi yapılması fakat bu gün kullanılan aletlerin o gün kullanılan aletlerle olan şekilsel benzerlikleri atalarımızın tıp alanında ne kadar ileri seviyede olduğunu görmemize sebep oluyor.

Ayn-i Ali Türbesi de Manisa’ya gittiğinizde görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Ruhuna bir fatiha okuduktan sonra Ayn-l Ali camisinde namazınızı kılmak ve arkasından bahçesinde oturup o meşhur ve şifalı “Mesir Çay”ınızı yada diğer ismi ile “Sultan Çayı”nı şifa niyetine yudumlamak anlatılmaz bir keyif.

Günü akşam etsek de misafirperverlikleri olağanüstü ev sahiplerimiz “Madem Manisa’ya ilk ziyaretiniz ‘Ağlayan Kaya’ ya da diğer adıyla ‘ Niobe Kayası’nı görmeden dönmeniz olmaz” diye heyecanla atıldılar. Oraya vardığımızda ne kadar haklı olduklarını gördük; gerçekten de kayaya baktığınızda ağladığını görebiliyorsunuz. İnsanlar bu enteresan kayanın yanında fotoğraf çektirmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Rivayete göre Manisa’nın o meşhur sarı üzümleri ilk kez Niobe’nin gözyaşlarıyla sulanan bağlarda yetişmiş…

Gezmeye görmeye değer o kadar çok yer var ki Manisa’da ne yazık ki sınırlı zamanımız tamamını gezmeye yetmedi. Manisa’dan bahsederken Köfteci Mustafa Abi’den bahsetmeden geçmek de olmaz tabii ki… O enfes köftelerinin yanı sıra hastalara şifa olarak bitkilerden ilaç hazırlama metotları var ki beni inanılmaz şaşırttı. Neredeyse her hastalık için bir tedavi yönteminden bahsediyordu. Oralarda yaşayanların Mustafa Abi’yi mutlaka ziyaret etmesi gerekir diye düşünüyorum. Ömrüm yeterse Manisa’da göremediğim yerleri görmeye, Mustafa Abi ile sohbet etmeye ve ille de o nefis köftelerinden yemeye tekrar geleceğim.

İki günlük kısa ziyaretimde doyamadığım Manisa’da çok şey öğrendiğime inanıyorum. Beni davet eden Prof. Dr. Yüksel Abalı Hocama, Doç.Dr. Kadir Ay’a, Kimyagerler Derneği Başkanı Mustafa Tekoğlu ve Kimya Kulübü Başkanı Mehmet Ali Dönmez’e, ismini sayamayacağım tüm meslektaşlarıma ve genç arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş