Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Esma Ocak ve Kazlar Üzerine…

Yayınlanma

Tarih

Bu yazımda sizlere güçlü, bir o kadar da zeki ve yetenekli bir kadından bahsetmek istiyorum. Henüz ortaokuldayken ilk roman denemesini yapan, ailesi tarafından genç yaşta evlendirilerek tahsilini yarım bırakmak zorunda kalan ve 33 yaşında eşinin vefatı dolayısıyla onun işlerini üstlenen bir hanımağa… Şair Ahmet Arif’in teşvikiyle yayımlanan, Atık Yılmaz tarafından sahneye uyarlandıktan sonra 1991 yılında Berlin Film Festivalinde Festival Özel Ödülü de dahil bir çok uluslar arası ödül alan ilk öykü kitabı “Berdel”, Berdel’le birlikte tiyatroya da uyarlanan bir başka öykü “Yeni Çardak” ve Kırlar Dağının Düzü, Kuyudaki Ses, İçerdeki Avcı gibi bir çok kitabın yazarı güçlü bir kalem… Diyarbakır’ı Tanıtma Kültür ve Dayanışma Vakfında ölümüne dek başkanlık görevini yürüten bir gönül dostu…  Evet hepinizin anladığı gibi Sayın Esma Ocak’tan bahsediyorum. O bütün bu adanmışlığının yanında sevgi bir anneydi aynı zamanda… Bir ömre sığdırdığı bin bir güzellikle gönüllere taht kuran güçlü bir kadın, güçlü bir kalem…

Facebook sayfamı takip eden dostlarım hatırlayacaktır, geçtiğimiz günlerde “ kaz kafalı” deyimini destekler bir video paylaşmıştım. Kaz kendi bünyesinden en az 20 kat büyük ineğe kafa tutuyor, her seferinde inek onu kovalasa da tekrar dönüp saldırıya geçiyordu.

Bu videoyu paylaştıktan sonra, Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Kemal Timur hocamızdan bir e-mail aldım. Bu videoyla birlikte “kaz kafalı” deyimini de  çürüten Diyarbakırlı olması dolayısı ile de ayrı bir gurur duyduğumuz  Sayın Esma Ocak’ın “Kazın Onuru” adlı yaşanmış bir hikayesini gönderdi. Okuyunca çok etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Durum böyle olunca da bu hoş hikayeyi sizlerle paylaşmak, bu vesile ile de Diyarbakır’ın gururu Yazar Esma Ocak Hanımefendi’yi rahmet ve saygıyla anmak düşer bana da…

KAZIN ONURU
Bana, “Hayvan gibi! Kuş beyinli! Kaz kafalı!” söz­lerini yasaklatacak bir olay geçti başımdan. Laf! Kaz kafalıymış! Ne saçma bir tanımlama! Ben size, tanık olduğum bir olayı anlatayım da, kazın kafa­sının olup olmadığına siz karar verin.

Aman onları koruyorum, propagandalarını yapıyo­rum fikrine kapılmayın sakın! Kazların ruh dünyalarıyla içgüdüsel sezgilerini abartacağım da ne olacak yani. Za­vallıcıklar seçime falan mı girecekler?

Bakın ne oldu. Köyde olduğum bir gün, yoksul bir kadın, paraya gereksinimi olduğundan, yumurtladıkları halde, ayaklarından birbirine bağlayıp getirdiği iki kazı satmak istediğini söyledi. Yalvaran bakışlarla yüzüme baktığından, bu hayvanlardan hiç hoşlanmadığım halde “almıyorum” diyemedim ve satın aldım.

Komşum Fatma kadına da:

-Bu kazları götürüp birine kestiriver, ne olur! de­dim. Birkaç saat içinde çiçeklerimi yok edebilirler çünkü.

Fatma kadın, kazları eline alıp karınlarıyla kasık­larını epey elleyip mıncıkladıktan sonra:

-Kestirmeyelim hanım! dedi. Kadın doğru söyle­miş, yumurtlar bunlar.

-Aman istemem! dedim. Kaz yumurtasını ne ya­pacağım? Kestiriver Allahaşkına, başıma dert etme şun­ları.

-Madem gözden atmışsın, bana ver. Kuluçkaya yatırayım, yavrular çıkıp büyüdükten sonra bölüşelim. Yarısı bana, yarısı sana olsun dedi.

Yarısı dediğin kaz yavrularını ne yapacağım Fat­ma kadın?

-Aman hanıımm “ne yapacağım” ne demek? Ben büyüttükten sonra senin için satar, parasıyla bir kuzu alırım, kestirir afiyetle yersiniz. Yoktan var etmek, hiç­ten para kazanmak fena mı yani? Siz şehirliler de çok hazır yeyicilersiniz haa!. diyerek işaret parmağını beni yerer anlamda sallayınca utandım:

-İyi ya! yanıtını verdim, kazları alıp gitti. Uzun bir süre geçti aradan. Bir gün gelerek?

Kazlarımızın biri üç, diğeri beş yumurta yumurt­ladı hanım, dedi. Tam zamanıdır, kuluçkaya yatıracağım, yirmi beş tavuk yumurtası almam gerek ama param yok.

-Tavuk yumurtası ne olacak?

-Bu sekiz kaz yumurtasını bir kazın altına, yirmi­ beş tavuk yumurtasını da bir hafta sonra, diğer kazın altına koyacağım, dedi. Kaz civcivleri bir ayda, tavuk civcivleri yirmi iki günde yumurtadan çıkarlar. Aynı gün­de kuluçkadan kalkmalarını sağlamak için öyle yapacağım. Yani bir ay sonra sekiz kazımızla, yumurtalar cılk çıkmazsa yirmi beş civcivimiz olacak.

-Verdiğim yüz yirmi beş  lirayı alırken de:

-Yumurtaları aldıktan sonra tuzlu suya koyaca­ğım hanım.

-O niye? Güldü:

-Kazları kandırmak için, dedi. Tuzlu suda kalın­ca yumurtalar kendi yumurtaları gibi ağırlaşacak ki üs­tünde otura.

Bu bilgiyi verdikten sonra gitti. Arada bir kazlardan konuşuyorduk “Şu kadar kaldı kuluçkadan kalkmaları­na” derken, yüzü, gözleri ışıyordu.

Bir gün, yer yer çırmaklanmış soluk yüzünden dü­şen bin parça bir halde geldi. Gözlerinde düş kırıklığı ka­rışık bir yıkımın izleri vardı. Bir felakete uğradıklarını sandığımdan tedirginlikle:

-Ne oldu Fatma kadın? diye sordum.

-Başıma gelenleri, o kör olasıca kazın edip işledik­lerini sorma, dedi.

-Yani bu perişan halinin nedeni kazlar mı?

-Kazlar helbet!

Parçalanmış namaz beziyle, benekler halinde didiklenip kan oturmuş ellerini gösterdi.

-Çok merak ettim doğrusu anlat hele!

Günlerini sayıyordum, diye başladı. Dün gece civ­civlerin yumurtadan çıkmaları gerekirdi. Sabaha yakın lambayı yakarak, ahıra gittim. Baktım tamam. Yumurta­ları gagalamış çıkmaya hazırlanıyor civcivler. Bir sevin­dim, bir neşelendim ki sorma gitsin. Civcivlerin o gü­zelliği, o sarı-beyaz yumuşaklığı oldum olası yüreğimi kaldırır. Neden bilmem, kuş milletini çok severim. O keyif içinde gidip sabah namazımı kıldım, işlerimi bitir­dikten sonra tekrar gittim ki, bir kığğ!. kığğğ!.. kıığğ. dır çıkıyor, altına tavuk yumurtası koyduğum kazdan. Az yanaştım. Yumurtadan ilk çıkan civcivi gagasının ucuyla sağa sola çevirip iyice yoklarken, tüyleri dikleşti, kığğ! kığğ!. kığğlan uzayıp sertleşti. Dünyaya acayip bir ya­ratık getirişinin hayreti içinde civcive baktıkça gözleri şişelenip kan çanağına döndü. Akılsız sandığımız kafası­na nasıl bir fikir takıldığını, hünerini gördükten sonra anladım. Birdenbire kuluçkadan kalktı. Ucundan minik bir gaga çıkmış olan başka bir yumurtayı aralarından seçerek aldı, birkaç gaga vuruşuyla onu da çıkardı yu­murtadan. Aynı yabancı yaratık olduğunu anlar anlamaz, yırtıcı bir kartal kesildi anam! Testere ağzı biçimindeki gagasını açarak fırdöndü kıpırdaşan yumurtaların etra­fında ve başladı her yumurtayı bir gaga vuruşta ikiye bölmeye. Ben böyle bir şeye ömrüm içinde rastlama­dım hanım!. Kırdığı her yumurtadan çıkan civcive önce dikkatle bakıyor, neslinden olmadığını anlar anlamaz gagasıyla havaya kaldırır kaldırmaz “küt” diye yere ça­larak anında öldürüyordu. Bir tulumbanın koluna bastığında nasıl inip kalkarsa onun da o kopasıca başı öyle acele hareketlerle inip yumurtayı kırıyor, kalkar-kalkmaz bir yavrunun yere çalınıp öldürülmesiyle sonuçlanıyordu. Öldürdü anam öldürdü! Beş dakka içinde önü civciv ölü­sü yığınıyla doldu. Hırsı, buharı dinmemişti hâlâ… Bu se­fer köşede kuluçkadan yavrularını çıkarmaya hazırlanan kaza hücum getirdi. Avazım çıktığı kadar bağırıp kışkışlamak istedim. Parçalamaya hazır bir kızgınlıkla bana saldırdı. Kendimi o anda dışarı atmasam birkaç yerim­den et koparacaktı. Kığğ!… Kığğ!.. Kığğ!ları dinmek bilmiyor, hırsla çırptığı kanatlarının sesi dışardan duyu­luyordu.

Kapıyı usulca aralayıp bakmaya başladım. Kabarıp kanat çırpıyor, başına topraklar saçıyor, tüylerini yo­luyor, gagasını bilemek ister hareketlerle yerlere sürüyor, kığıldadıkça kığıldıyordu. Aldatıldığına mı kızmıştı? Zina işlediğini mi sanıyordu, onu bilmem, ahırın içinde döndü. Allah döndü ve birden hızlanarak tekrar köşesinde uğraş veren kazcağıza saldırdı. Çıkardığı ilk civcivi bir gaga vuruşta kaptı ve yere bırakarak inceledi. Kaz yavrusu olduğunu görünce, daha beter bir gözü dönmüşlükle yere çarpıp onu da öldürdü. Artık bekleyemezdim. Koşup ge­linimi çağırdım. Ne ederse etsin, öteki kazla yavrularını kurtaracaktım.. Ben elimdeki odunla kanlı katil kazı köşeye sıkıştırmaya çalışırken, gelinim diğer kazla gaga­lanmış yumurtalarını eleğine koyup öteki ahıra kaçırdı. Fırlayıp çıktım arkalarından. Ama eteğimden, peştamalımdan parçalar kopmuş, bacaklarım her yerinden gaga­lanmıştı. (Elleriyle yukardan aşağı baldırlarını sıvarcasına bir hareket yaptı). Didiklenerekten, sızıdan ayakta duracak halde değilim ya gelip sana durumu anlatmadan da edemedim. Bir harp ettik ki, harbe benzemez. (Gözle­rini kapadı) uy uyy!. O kurt dişleri gibi kırtkırtlı dişle­riyle, ecele benzeyen gözleri aklıma gelmiyor mu tüylerim dikleşip, yüreğim boğazıma dayanıyor vallah! Gel yirmi iki gün kuluçkada besle, suyunu yemini ver, yanını yöresini pakla et, başına da bu felaketi getirsin. Bak halime, bak hele! diye limelenmiş giysileriyle didiklenmiş ellerini gös­terirken, kazı, kutsal bir hayret ve hayranlık için­deydim.

-Vah vahh!. Geçmiş olsun Fatma kadın dedim, ger­çekten çok üzüldüm. Bayağı perişan etmiş seni. Bir şeyi merak ediyorum. Diğer kazın yavrularını neden öldür­mek istediğini açıklaya bilir misin?

-Neden olacak kıskançlığındaaann!.. O cinayeti de utancıyla kıskançlığından işledi. Kendi altından çıkanla­ra piç gözüyle baktığından öldürdü yaaa…

-Peki kazların altına tavuk yumurtası koyma işini ilk kez mi yapıyordun?

-Hee ilk olarak yapıyordum. Deneyenlerin hepisi “yaptık ama bir yavru bile elde edemedik” diyorlardı ama; ben bu işte çok usta ve dikkatli olduğumdan ken­dime güveniyordum, denemeye kalktım, kalkmaz olay­dım, işte soyu tükenesicenin başıma getirdikleri! O kadar zahmetten elimizde kala kala yedi örselenmiş kaz yumur­tası kaldı. Bakalım onların da kaçı sağ çıkacak?

-Ben hakkımdan vazgeçtim, dedim, Fatma kadın! Kaz yavrularının hepsi senin olsun.

Bu sözümle dinginleşir gibi oldu. Kendisini yolcularken, başına gelenlerden sorumluymuşum gibi bir suçluluk duygusu içindeydim ve de hayalimin gerisindeki sahnede, ölen civcivlerle, yaşayan kazın trajedisi oynanıyordu.

Köyün Hanımağası Esma’ya, Kazancı beldesindeki insanlar ve özellikle de kadınlar çok güven duyarlar. Ayrıca bilmedikleri şeyleri zaman zaman gelip sorarlar. Esma Ocak da bildiği ve gücünün yettiği kadar onlara yardımcı olmaya çalışır. O dönemlerdeki şartların zorluğundan doğum yapan kadınlar genellikle köydeki ebe kadın olarak bilinen ve okumuşluğu olmadığı halde tecrübesiyle bazı şeyler öğrenen kadınlara başvururlar. Böyle olmakla birlikte zaman zaman şeherli olarak bildikleri ve her zaman saygı duydukları Esma’yı da doğum olaylarında çağırırlar. Esma Ocak da erinmeden onların yardımına koşar. İşte aşağıda okuyacağımız anıda köyde yaşanmış olan bir doğum olayını Esma Ocak’ın kaleminden müşahede edeceğiz.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Zamanı Aşan Yapılar: Mısır Piramitlerine Yolculuk

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Yıllardır gitmek isteyip de nasip olmayan bir hayalimdi Mısır. Sonunda 10 günlük iznimi bu büyülü topraklara ayırarak, tarihin en görkemli yapılarından biri olan Giza Piramitleri ile yüz yüze geldim.

Adını kitaplardan, filmlerden, belgesellerden bildiğimiz bu taş devleri canlı görmek tarif edilemez bir duyguydu.

Mısır denince ilk akla gelen yapılar hiç kuşkusuz piramitlerdir.

Keops Piramidi, bu eşsiz üçlü arasında en büyüğü. Öylesine büyük ki, yüzyıllarca dünyanın en yüksek yapısı unvanını taşıdı. 4.500 yıl önce inşa edilmesine rağmen hâlâ ayakta ve Antik Dünyanın Yedi Harikası arasında günümüze ulaşan tek eser.

Giza platosunda yer alan bu piramitler, yalnızca mimarlık değil, aynı zamanda matematik ve astronomi dehasının ürünüdür. Örneğin, Keops Piramidi’nin her kenarı 52 derecelik mükemmel bir eğimle inşa edilmiştir.

Bu muazzam yapıları inşa edenler sadece işçiler değil, aynı zamanda mühendis, mimar ve bilge insanlardı. Bunların en meşhuru İmhotep adlı mimardı. Sakkara’daki ilk basamaklı piramidi tasarlayan İmhotep, günümüzde bile bilimselliği saygıyla anılmaktadır.

Ancak piramitler sadece taş yığınları değildir. Mısır inancına göre bu yapılar, ölen firavunun ruhunun göğe, tanrıların yanına yükselmesini sağlamak için inşa edilmiş kutsal geçitler olarak bilinmekte hatta bu piramitlerin içindeki dar geçitlerin bir kısmı gökyüzünde belli yıldız kümelerine yönlendirilmiştir. Firavunun bedeniyle birlikte eşyaları, altınları, hatta yiyecekleriyle gömülmesi, öteki dünyada da hüküm sürmeye devam edeceğine olan inançtan kaynaklandığı da notlarımın arasına girdi.

Bu kutsal alanlar, 1979’da UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edildi. Ancak ne yazık ki bu korunma statüsüne rağmen tehditler hâlâ sürüyor. Kahire’nin hızla büyümesi, hava kirliliği, kaçak taş ocakları ve yasadışı atık dökümü, piramitlerin taşlarını aşındırıyor. Hatta Google Earth üzerinden bile görülebilecek kadar büyük çukurlar açıldığı tespit edildi. 2011’deki Mısırdaki karışıklıkların ardından turizm düşmüş, bu da piramitlerin korunmasına ayrılan bütçeyi etkilemişti. Şimdi ziyaretçi sayısı yeni yeni artmaya tekrar başlamış.

UNESCO bu süreçte birçok kez devreye girerek, örneğin piramitler ile Sakkara arasında inşa edilmek istenen otoyolun güzergâhını değiştirtirmiş ve bugünlerde Kahire’nin altından geçmesi planlanan bir tünel projesi gündemde imiş. Ancak uzmanlar bu tür projelerin piramitlerin yapısal bütünlüğünü tehdit edebileceği uyarısını yapıyor.

Tüm bu sorunlara rağmen piramitler hâlâ dimdik ayakta. Ama değişmez değiller. Onları gelecek nesillere aktarmak için sadece hayranlık duymak yetmez; korumak da gerekir ki günümüzde sadece bir kaçı kalmış ve bir neslin tarihini acısı ve tatlısı ile yansıtıyor ve bizlere ibretlikler sunuyor.

Piramitleri görmek beni derinden etkiledi; her taşında binlerce yıllık bir hikâyenin izini gördüm. Etrafındaki deve gezileri ve fotoğraf çekimleri, daha düzenli ve makul bir ücretle sunulursa, bu büyüleyici deneyim daha da anlam kazanacaktır. Elbette böylesine bir mirasın çevre temizliği de özenle yapılmalıdır.

Eğer bir gün tarihin kalbine dokunmak, geçmişle göz göze gelmek isterseniz, rotanızı mutlaka Giza’ya çevirin.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Lavantanın Bilimle Buluşması: Bir Bitkiden Daha Fazlası

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Lavanta… Rengiyle huzur, kokusuyla ferahlık, bileşenleriyle şifa sunan doğanın mor mucizesi. Yüzyıllardır kullanılan bu değerli bitki, artık sadece geleneksel bilgiyle değil, bilimsel verilerle de geleceğe taşınıyor.

Latince “yıkamak” anlamına gelen Lavare kelimesinden türeyen lavanta, ilk kez MÖ 370-285 yılları arasında yaşamış Yunan filozof Theophrastus’un eserlerinde anılmıştır. O günden bugüne lavanta; halk hekimliğinden aromaterapiye, kozmetikten farmakolojiye kadar geniş bir alanda insanlığa hizmet etmeyi sürdürmektedir.

Yozgat Bozok Üniversitesi olarak lavantaya olan bu akademik ilgiyi daha da derinleştirmek amacıyla, editörlüğünü üstlendiğim ve önsözünü Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Evren Yaşar’ın kaleme aldığı “Sağlık Bilimleri Açısından Lavanta” kitabımızı yayımladık. Bu kıymetli eser, 27 farklı anabilim dalından 42 akademisyenin katkısıyla, yaklaşık 2000 bilimsel yayın taranarak hazırlandı. Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Evren Yaşar’ın bu çalışmanın ilk sayfalarında yer alan güçlü önsözü, hem bilimsel vizyonumuzu hem de üniversitemizin tıbbi ve aromatik bitkilere verdiği önemi yansıtmaktadır. Kendisinin sağladığı akademik ve kurumsal destek, kitabın ortaya çıkmasında en önemli yapı taşlarından biri olmuştur.

Kitabımızın tanıtımı vesilesiyle düzenlediğimiz Lavanta Sempozyumu, lavantayı yalnızca tıbbi yönüyle değil; kültürel, ekonomik ve ekolojik boyutlarıyla da değerlendirme fırsatı sundu. Açılış törenimizde bizleri onurlandıran Yozgat Valisi Sayın Mehmet Ali Özkan’a içten teşekkür ediyorum.

Sempozyuma katkı sunan çok kıymetli çağrılı konuşmacılarımıza da gönülden teşekkür etmek isterim:

  • Prof. Dr. Mehmet Hakkı Alma – Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, TÜBA Üyesi
  • Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan – Lokman Hekim Üniversitesi, TÜBA Üyesi
  • Prof. Dr. Nazım Şekeroğlu – Gaziantep Üniversitesi
  • Prof. Dr. Ahmet Hulusi Dinçoğlu – Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
  • Doç. Dr. Sultan Mehtap Büyüker – Medipol Üniversitesi

Ayrıca sempozyum boyunca bilimsel sunumlarıyla katkı sağlayan Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyeleri başta olmak üzere farklı fakültelerden değerli hocalarımıza da teşekkürü borç bilirim. Lavantanın farmakolojik, toksikolojik, mikrobiyolojik, dermatolojik ve beslenme alanlarındaki etkileri, onların sunumları sayesinde bilimsel bir bütünlük içinde ele alınmıştır.

Sempozyumun ikinci gününde ise bilimsel yoğunluk doğayla harmanlandı. Çekerek ilçemizdeki Lavanta Adası, Ürün Geliştirme Merkezi ve Millet Bahçesi katılımcı akademisyenler tarafından gezildi. Ancak günün en çok konuşulan etkinliği şüphesiz rafting turu oldu. Akademik ciddiyetin ardından doğayla iç içe geçen bu etkinlikte heyecan doruktaydı. Hocalarımızın coşkulu katılımıyla gerçekleşen rafting faaliyeti, sempozyuma unutulmaz bir anı daha ekledi.

Bu güzel programın gerçekleşmesine öncülük eden Çekerek Belediye Başkanımız Sayın Üzeyir İnce’ye ve tüm belediye çalışanlarına teşekkür ederim. Ayrıca sempozyuma maddi destek sunan Yozgat Bozok Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi’ne (BAP), organizasyon ekibine ve her aşamada desteklerini hissettiren Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Evren Yaşar’a bir kez daha şükranlarımı sunuyorum.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Büyüknefes: Yozgat’ın Saklı Tarih Hazinesi ve Tavium Antik Kenti

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçtiğimiz hafta sonu, çocukluk arkadaşlarımla birlikte Yozgat merkeze bağlı Büyüknefes Köyü’nde bir gezi yapma fırsatı buldum. Tarihin derinliklerinden gelen zenginliklerle dolu bu köy, adeta saklı kalmış bir tarih hazinesi gibi. Her taşında, her kalıntısında geçmişin izleri var. Ancak ne yazık ki, bu kıymetli mirasın hak ettiği ilgiyi görmediğini, bakımsız ve ihmal edilmiş olduğunu görmek beni çok üzdü. İnşaAllah bu yazım, ilgili resmi kurumları harekete geçirir ve Büyüknefes, Türkiye’nin en dikkat çeken turizm merkezlerinden biri haline gelir.

Yaptığım literatür okumalarım doğrultusunda, Büyüknefes’in tarihi ve kültürel zenginliğini aşağıda özetlemeye çalıştım. Umarım ilgiyle okur ve beğenirsiniz.

Büyüknefes Köyü ve çevresi, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve ilk yazılı kayıtlarda 640 yılında Yunanca kökenli “Távion” ismiyle anılmış, 1740 yılında ise Asurca kökenli isim ile geçmiştir. Günümüzde ise 1928 yılından beri “Büyüknefes” adı kullanılmaktadır. Köyün hemen dışında yer alan Tavium Antik Kenti, antik Galatia ülkesinin üç başkentinden biri olarak büyük önem taşır.

M.Ö. 3. yüzyıldan 1. yüzyıla kadar Galatlar tarafından kurulmuş olan Tavium, İç Anadolu’nun önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur. Hititler, Frigler, Roma ve Bizans gibi birçok medeniyetin izlerini taşıyan kentte ne yazık ki kapsamlı kazı çalışmaları yapılmamıştır. Bölgedeki yüzey araştırmaları 1997 yılından beri Avusturya Klagenfurt Üniversitesi’nden Prof. Karl Strobel liderliğinde devam etmiş, bu süreçte seramik parçaları, sütun kalıntıları, mezar taşları ve yazıtlar gibi birçok önemli buluntu ortaya çıkarılmıştır. Ancak şu an için bu çalışmaların hâlâ devam edip etmediğine dair güncel bir bilgiye ulaşamadım.

Prof. Strobel’in araştırmalarıyla bölgeye dair şu önemli medeniyet bilgileri ortaya çıkmıştır:

  • Frigler: Bölgedeki yerleşimlerde oval ve yuvarlak şekillendirilmemiş taşlar kullanmış, ancak bölgede fazla tutunamamış ve bıraktıkları tarihi izler sınırlıdır.
  • Hititler: Kayalara kutsal anlamlar yükleyip onları işlemiş, yerleşimlerini kayaların bulunduğu noktalara kurmuşlardır. Bölgede hala Hititlere ait olduğu düşünülen çeşmeler bulunmaktadır.
  • Galatlar: Bölgenin en uzun süre hakimiyeti altında olan savaşçı bir topluluktur. Taş ve mermer işçiliğinde ustalaşmış, Helen yazılarını ve sembollerini kullanmışlardır. Boğa kafası onlar için kutsal bir simgedir; köyün merkezindeki çeşme ve açık hava müzesindeki birçok eser Galatlara aittir.

Tavium ve Büyüknefes, Kalkolitik Çağ’dan İslam Dönemi’ne kadar uzanan geniş bir zaman dilimine ait yerleşim izlerini barındırır. Bu da bölgenin sadece Yozgat değil, Türkiye’nin de önemli kültür ve tarih miraslarından biri olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu alan, ulusal ve uluslararası düzeyde ses getirecek şekilde korunmalı, tanıtılmalı ve değerlendirilmeye başlanmalıdır.

Büyüknefes Köyü’nde bulunan tarihi çeşmenin taş blokları ve üzerindeki Arapça kitabeler, geçmişin mimari ve kültürel zenginliğinin somut örneklerindendir. Ancak ne yazık ki bu eserler bakımsızlık nedeniyle hak ettiği ilgiyi görmemektedir.

Bölgede tespit edilen 280’in üzerindeki höyük, antik yerleşim alanları, kaya oyukları ve tümülüsler, Büyüknefes ve Tavium’un adeta bir açık hava müzesine dönüşme potansiyelini gözler önüne sermektedir. Valilik ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün destekleriyle köy konağı çevresi koruma altına alınmış, antik eserler burada sergilenmeye başlanmıştır. Bu tür çalışmaların artarak devam etmesi, bölgenin turizm potansiyelini önemli ölçüde artıracaktır. Hatta köydeki bazı evlerin duvarlarında bile tarihî nitelikte taşlar görmek mümkündür.

Sonuç olarak, Büyüknefes ve Tavium, tarihimize, kültürümüze ve geçmişimize ışık tutan çok değerli miraslardır. Bu güzide beldenin korunması, restorasyonu ve tanıtımı için hem yerel yöneticilerin hem de bizlerin sahip çıkması şarttır. Umarım yakın zamanda Büyüknefes, hak ettiği ilgiyi görür ve hem Türkiye’den hem de dünyadan tarih ve kültür meraklılarının uğrak noktalarından biri haline gelir.

Kaynaklar:

  • Yozgat İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Arşivi – Yozgat Müze Müdürlüğü Arşivi
  • Akarsu, Babür M., 2016. I. Uluslararası Bozok Sempozyumu, 1. Cilt, Yozgat, S. 75-80.
  • Erdoğan E., Temizel S. II. Uluslararası Bozok Sempozyumu ”Yozgat’ın Turizm Potansiyeli Ve Sorunları”, Yozgat, Türkiye, 4 – 06 Haziran 2017.

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş