Köşe Yazıları
Esma Ocak ve Kazlar Üzerine…
Yayınlanma
9 sene önceTarih
Yazar
hamditemelBu yazımda sizlere güçlü, bir o kadar da zeki ve yetenekli bir kadından bahsetmek istiyorum. Henüz ortaokuldayken ilk roman denemesini yapan, ailesi tarafından genç yaşta evlendirilerek tahsilini yarım bırakmak zorunda kalan ve 33 yaşında eşinin vefatı dolayısıyla onun işlerini üstlenen bir hanımağa… Şair Ahmet Arif’in teşvikiyle yayımlanan, Atık Yılmaz tarafından sahneye uyarlandıktan sonra 1991 yılında Berlin Film Festivalinde Festival Özel Ödülü de dahil bir çok uluslar arası ödül alan ilk öykü kitabı “Berdel”, Berdel’le birlikte tiyatroya da uyarlanan bir başka öykü “Yeni Çardak” ve Kırlar Dağının Düzü, Kuyudaki Ses, İçerdeki Avcı gibi bir çok kitabın yazarı güçlü bir kalem… Diyarbakır’ı Tanıtma Kültür ve Dayanışma Vakfında ölümüne dek başkanlık görevini yürüten bir gönül dostu… Evet hepinizin anladığı gibi Sayın Esma Ocak’tan bahsediyorum. O bütün bu adanmışlığının yanında sevgi bir anneydi aynı zamanda… Bir ömre sığdırdığı bin bir güzellikle gönüllere taht kuran güçlü bir kadın, güçlü bir kalem…
Facebook sayfamı takip eden dostlarım hatırlayacaktır, geçtiğimiz günlerde “ kaz kafalı” deyimini destekler bir video paylaşmıştım. Kaz kendi bünyesinden en az 20 kat büyük ineğe kafa tutuyor, her seferinde inek onu kovalasa da tekrar dönüp saldırıya geçiyordu.
Bu videoyu paylaştıktan sonra, Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Kemal Timur hocamızdan bir e-mail aldım. Bu videoyla birlikte “kaz kafalı” deyimini de çürüten Diyarbakırlı olması dolayısı ile de ayrı bir gurur duyduğumuz Sayın Esma Ocak’ın “Kazın Onuru” adlı yaşanmış bir hikayesini gönderdi. Okuyunca çok etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Durum böyle olunca da bu hoş hikayeyi sizlerle paylaşmak, bu vesile ile de Diyarbakır’ın gururu Yazar Esma Ocak Hanımefendi’yi rahmet ve saygıyla anmak düşer bana da…
KAZIN ONURU
Bana, “Hayvan gibi! Kuş beyinli! Kaz kafalı!” sözlerini yasaklatacak bir olay geçti başımdan. Laf! Kaz kafalıymış! Ne saçma bir tanımlama! Ben size, tanık olduğum bir olayı anlatayım da, kazın kafasının olup olmadığına siz karar verin.
Aman onları koruyorum, propagandalarını yapıyorum fikrine kapılmayın sakın! Kazların ruh dünyalarıyla içgüdüsel sezgilerini abartacağım da ne olacak yani. Zavallıcıklar seçime falan mı girecekler?
Bakın ne oldu. Köyde olduğum bir gün, yoksul bir kadın, paraya gereksinimi olduğundan, yumurtladıkları halde, ayaklarından birbirine bağlayıp getirdiği iki kazı satmak istediğini söyledi. Yalvaran bakışlarla yüzüme baktığından, bu hayvanlardan hiç hoşlanmadığım halde “almıyorum” diyemedim ve satın aldım.
Komşum Fatma kadına da:
-Bu kazları götürüp birine kestiriver, ne olur! dedim. Birkaç saat içinde çiçeklerimi yok edebilirler çünkü.
Fatma kadın, kazları eline alıp karınlarıyla kasıklarını epey elleyip mıncıkladıktan sonra:
-Kestirmeyelim hanım! dedi. Kadın doğru söylemiş, yumurtlar bunlar.
-Aman istemem! dedim. Kaz yumurtasını ne yapacağım? Kestiriver Allahaşkına, başıma dert etme şunları.
-Madem gözden atmışsın, bana ver. Kuluçkaya yatırayım, yavrular çıkıp büyüdükten sonra bölüşelim. Yarısı bana, yarısı sana olsun dedi.
Yarısı dediğin kaz yavrularını ne yapacağım Fatma kadın?
-Aman hanıımm “ne yapacağım” ne demek? Ben büyüttükten sonra senin için satar, parasıyla bir kuzu alırım, kestirir afiyetle yersiniz. Yoktan var etmek, hiçten para kazanmak fena mı yani? Siz şehirliler de çok hazır yeyicilersiniz haa!. diyerek işaret parmağını beni yerer anlamda sallayınca utandım:
-İyi ya! yanıtını verdim, kazları alıp gitti. Uzun bir süre geçti aradan. Bir gün gelerek?
Kazlarımızın biri üç, diğeri beş yumurta yumurtladı hanım, dedi. Tam zamanıdır, kuluçkaya yatıracağım, yirmi beş tavuk yumurtası almam gerek ama param yok.
-Tavuk yumurtası ne olacak?
-Bu sekiz kaz yumurtasını bir kazın altına, yirmi beş tavuk yumurtasını da bir hafta sonra, diğer kazın altına koyacağım, dedi. Kaz civcivleri bir ayda, tavuk civcivleri yirmi iki günde yumurtadan çıkarlar. Aynı günde kuluçkadan kalkmalarını sağlamak için öyle yapacağım. Yani bir ay sonra sekiz kazımızla, yumurtalar cılk çıkmazsa yirmi beş civcivimiz olacak.
-Verdiğim yüz yirmi beş lirayı alırken de:
-Yumurtaları aldıktan sonra tuzlu suya koyacağım hanım.
-O niye? Güldü:
-Kazları kandırmak için, dedi. Tuzlu suda kalınca yumurtalar kendi yumurtaları gibi ağırlaşacak ki üstünde otura.
Bu bilgiyi verdikten sonra gitti. Arada bir kazlardan konuşuyorduk “Şu kadar kaldı kuluçkadan kalkmalarına” derken, yüzü, gözleri ışıyordu.
Bir gün, yer yer çırmaklanmış soluk yüzünden düşen bin parça bir halde geldi. Gözlerinde düş kırıklığı karışık bir yıkımın izleri vardı. Bir felakete uğradıklarını sandığımdan tedirginlikle:
-Ne oldu Fatma kadın? diye sordum.
-Başıma gelenleri, o kör olasıca kazın edip işlediklerini sorma, dedi.
-Yani bu perişan halinin nedeni kazlar mı?
-Kazlar helbet!
Parçalanmış namaz beziyle, benekler halinde didiklenip kan oturmuş ellerini gösterdi.
-Çok merak ettim doğrusu anlat hele!
Günlerini sayıyordum, diye başladı. Dün gece civcivlerin yumurtadan çıkmaları gerekirdi. Sabaha yakın lambayı yakarak, ahıra gittim. Baktım tamam. Yumurtaları gagalamış çıkmaya hazırlanıyor civcivler. Bir sevindim, bir neşelendim ki sorma gitsin. Civcivlerin o güzelliği, o sarı-beyaz yumuşaklığı oldum olası yüreğimi kaldırır. Neden bilmem, kuş milletini çok severim. O keyif içinde gidip sabah namazımı kıldım, işlerimi bitirdikten sonra tekrar gittim ki, bir kığğ!. kığğğ!.. kıığğ. dır çıkıyor, altına tavuk yumurtası koyduğum kazdan. Az yanaştım. Yumurtadan ilk çıkan civcivi gagasının ucuyla sağa sola çevirip iyice yoklarken, tüyleri dikleşti, kığğ! kığğ!. kığğlan uzayıp sertleşti. Dünyaya acayip bir yaratık getirişinin hayreti içinde civcive baktıkça gözleri şişelenip kan çanağına döndü. Akılsız sandığımız kafasına nasıl bir fikir takıldığını, hünerini gördükten sonra anladım. Birdenbire kuluçkadan kalktı. Ucundan minik bir gaga çıkmış olan başka bir yumurtayı aralarından seçerek aldı, birkaç gaga vuruşuyla onu da çıkardı yumurtadan. Aynı yabancı yaratık olduğunu anlar anlamaz, yırtıcı bir kartal kesildi anam! Testere ağzı biçimindeki gagasını açarak fırdöndü kıpırdaşan yumurtaların etrafında ve başladı her yumurtayı bir gaga vuruşta ikiye bölmeye. Ben böyle bir şeye ömrüm içinde rastlamadım hanım!. Kırdığı her yumurtadan çıkan civcive önce dikkatle bakıyor, neslinden olmadığını anlar anlamaz gagasıyla havaya kaldırır kaldırmaz “küt” diye yere çalarak anında öldürüyordu. Bir tulumbanın koluna bastığında nasıl inip kalkarsa onun da o kopasıca başı öyle acele hareketlerle inip yumurtayı kırıyor, kalkar-kalkmaz bir yavrunun yere çalınıp öldürülmesiyle sonuçlanıyordu. Öldürdü anam öldürdü! Beş dakka içinde önü civciv ölüsü yığınıyla doldu. Hırsı, buharı dinmemişti hâlâ… Bu sefer köşede kuluçkadan yavrularını çıkarmaya hazırlanan kaza hücum getirdi. Avazım çıktığı kadar bağırıp kışkışlamak istedim. Parçalamaya hazır bir kızgınlıkla bana saldırdı. Kendimi o anda dışarı atmasam birkaç yerimden et koparacaktı. Kığğ!… Kığğ!.. Kığğ!ları dinmek bilmiyor, hırsla çırptığı kanatlarının sesi dışardan duyuluyordu.
Kapıyı usulca aralayıp bakmaya başladım. Kabarıp kanat çırpıyor, başına topraklar saçıyor, tüylerini yoluyor, gagasını bilemek ister hareketlerle yerlere sürüyor, kığıldadıkça kığıldıyordu. Aldatıldığına mı kızmıştı? Zina işlediğini mi sanıyordu, onu bilmem, ahırın içinde döndü. Allah döndü ve birden hızlanarak tekrar köşesinde uğraş veren kazcağıza saldırdı. Çıkardığı ilk civcivi bir gaga vuruşta kaptı ve yere bırakarak inceledi. Kaz yavrusu olduğunu görünce, daha beter bir gözü dönmüşlükle yere çarpıp onu da öldürdü. Artık bekleyemezdim. Koşup gelinimi çağırdım. Ne ederse etsin, öteki kazla yavrularını kurtaracaktım.. Ben elimdeki odunla kanlı katil kazı köşeye sıkıştırmaya çalışırken, gelinim diğer kazla gagalanmış yumurtalarını eleğine koyup öteki ahıra kaçırdı. Fırlayıp çıktım arkalarından. Ama eteğimden, peştamalımdan parçalar kopmuş, bacaklarım her yerinden gagalanmıştı. (Elleriyle yukardan aşağı baldırlarını sıvarcasına bir hareket yaptı). Didiklenerekten, sızıdan ayakta duracak halde değilim ya gelip sana durumu anlatmadan da edemedim. Bir harp ettik ki, harbe benzemez. (Gözlerini kapadı) uy uyy!. O kurt dişleri gibi kırtkırtlı dişleriyle, ecele benzeyen gözleri aklıma gelmiyor mu tüylerim dikleşip, yüreğim boğazıma dayanıyor vallah! Gel yirmi iki gün kuluçkada besle, suyunu yemini ver, yanını yöresini pakla et, başına da bu felaketi getirsin. Bak halime, bak hele! diye limelenmiş giysileriyle didiklenmiş ellerini gösterirken, kazı, kutsal bir hayret ve hayranlık içindeydim.
-Vah vahh!. Geçmiş olsun Fatma kadın dedim, gerçekten çok üzüldüm. Bayağı perişan etmiş seni. Bir şeyi merak ediyorum. Diğer kazın yavrularını neden öldürmek istediğini açıklaya bilir misin?
-Neden olacak kıskançlığındaaann!.. O cinayeti de utancıyla kıskançlığından işledi. Kendi altından çıkanlara piç gözüyle baktığından öldürdü yaaa…
-Peki kazların altına tavuk yumurtası koyma işini ilk kez mi yapıyordun?
-Hee ilk olarak yapıyordum. Deneyenlerin hepisi “yaptık ama bir yavru bile elde edemedik” diyorlardı ama; ben bu işte çok usta ve dikkatli olduğumdan kendime güveniyordum, denemeye kalktım, kalkmaz olaydım, işte soyu tükenesicenin başıma getirdikleri! O kadar zahmetten elimizde kala kala yedi örselenmiş kaz yumurtası kaldı. Bakalım onların da kaçı sağ çıkacak?
-Ben hakkımdan vazgeçtim, dedim, Fatma kadın! Kaz yavrularının hepsi senin olsun.
Bu sözümle dinginleşir gibi oldu. Kendisini yolcularken, başına gelenlerden sorumluymuşum gibi bir suçluluk duygusu içindeydim ve de hayalimin gerisindeki sahnede, ölen civcivlerle, yaşayan kazın trajedisi oynanıyordu.
Köyün Hanımağası Esma’ya, Kazancı beldesindeki insanlar ve özellikle de kadınlar çok güven duyarlar. Ayrıca bilmedikleri şeyleri zaman zaman gelip sorarlar. Esma Ocak da bildiği ve gücünün yettiği kadar onlara yardımcı olmaya çalışır. O dönemlerdeki şartların zorluğundan doğum yapan kadınlar genellikle köydeki ebe kadın olarak bilinen ve okumuşluğu olmadığı halde tecrübesiyle bazı şeyler öğrenen kadınlara başvururlar. Böyle olmakla birlikte zaman zaman şeherli olarak bildikleri ve her zaman saygı duydukları Esma’yı da doğum olaylarında çağırırlar. Esma Ocak da erinmeden onların yardımına koşar. İşte aşağıda okuyacağımız anıda köyde yaşanmış olan bir doğum olayını Esma Ocak’ın kaleminden müşahede edeceğiz.
Beğenebilirsin
Köşe Yazıları
Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin
Yayınlanma
3 hafta önceTarih
4 Nisan 2024Yazar
hamditemelBir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.
Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.
Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.
Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.
Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.
Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.
Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.
Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.
Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.
Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.
Öyle olmamalı,
Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.
Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.
Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.
Yani
Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.
Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.
Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.
Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.
Bırakalım artık seçim sürecini.
Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.
Köşe Yazıları
Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!
Yayınlanma
2 ay önceTarih
21 Şubat 2024Yazar
hamditemelGeçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.
Okudukça şok oluyorsunuz.
1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.
Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.
Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.
Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.
Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.
Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.
Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.
Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.
Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.
Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.
Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.
Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.
Su kaynaklarımız azalmış.
Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.
Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.
Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.
Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.
Kar ve yağmur yağışları yetersiz.
Dünyamız ısındıkça ısınıyor.
Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.
Sırada ne var acaba?
Kaynak
https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#
Köşe Yazıları
Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?
Yayınlanma
3 ay önceTarih
6 Şubat 2024Yazar
hamditemelAmerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.
Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu.
Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.
Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.
Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur.
Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim.
Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur.
Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?
Bu soruya cevap vermem çok zor cidden.
Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum.
Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım.
Doğrumu yapıyorum bilmiyorum.
Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.
Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam.
Ama yapamıyorum işte.
Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba.
Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani.
Böyle mi yetiştik dersiniz.
Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da.
Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor.
Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden.
Ya da değerler çakışması var.
Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.
Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…
Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor.
Bende abarttığımı biliyorum.
Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan.
Diye düşünmüyor da değilim.
Siz ne düşünüyorsunuz.
Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin
Akademisyenlere Yönelik Proje Hazırlama ve Yürütme Eğitimi Düzenlendi
Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!
Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?
YOZGAT ÇAMLIĞI’NDAKİ KAR KUYULARI TURİZME KAZANDIRILMAYI BEKLİYOR
Bu vatan için şehit olanlar!
Cumhuriyet Ortaokulu öğrencileri görünmeyen mikroplastikler ile tanıştı!
Köy okulları ile Bilim Adamları TÜBİTAK Bilim Söyleşileri ile buluşuyor
Gönül Dağının Gerçek Bir Mucidi
Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamdi Temel: Görünmeyen Tehlike Mikroplastikleri anlattı
Esma Ocak ve Kazlar Üzerine…
İnsanlığımızı Geri Getirdin Bize Koronavirüs!
Bu sıralar yazmak istemiyorum ustam!
Su gibi aziz ol!
İçim İçime Sığmıyor
Plastik kaplamalar ve atıklar ruh halimi de bozuyor!
Sosyal medya kullanıcılığı sosyalliğimizi etkiliyor
Yeryüzünde hiçbir plastik atık kalmamalı!
Bir Sevdadır Sorgun
Dicle Üniversitesinde bordan yarı sentetikli el yumuşatıcı krem üretildi
Trendler
-
Köşe Yazıları3 ay önce
Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?
-
Köşe Yazıları2 ay önce
Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!
-
Köşe Yazıları3 hafta önce
Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin
-
Haberler1 ay önce
Akademisyenlere Yönelik Proje Hazırlama ve Yürütme Eğitimi Düzenlendi