Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Bir Sevdadır Sorgun

Yayınlanma

Tarih

Her yaz tatilinde doğduğum yer olan Sorgun’a ailecek geliriz ve her seferinde Sorgun girişinde inanılmaz bir heyecan duyarım. Sorgun’umun kokusu bir başka, yolları bir başkadır benim için. Neden olmasın ki? Her karışında bir hatırası vardır ben de…

Sorgun’da ilk önce şu an yıkılmış, viranede olsa doğduğum eve giderim. O bahçeye dakikalarca baktığım olur, geçmişte o evi alıp müze bile yapmak gelmiştir içimden. Şimdi etrafındaki evler de yıkılmış yeni koca binalar yapılmaya başlanmış bile. Hey gidi günler hey! Mahallemizin çocukları ile Çekerek caddesinde top oynadığımız günler evin önünde hemen bir film şeridi gibi geçer gözlerimden.

Şimdilerde harabe durumda olan Çekerek caddesi eskilerin en hareketli ve canlı caddelerindendi… Yeni yeni kendini bulmaya, gelişmeye başladığını gördüm doğup büyüdüğüm çevrenin. Etrafında çok güzel binalar yapılıyor, umarım berbat durumdaki o yollarda Sorgun Belediyemiz tarafından en kısa zamanda yapılarak o eski ihtişamına bürünür caddemiz…

Lise öğrencisi iken elime o zamanın en popüler gazetesini alır, Salih Paşa camisinin yanındaki o meşhur, ve ilçemizin tek bahçesi olan çay bahçemize oturur, saatlerce çayımı yudumlayarak gazetemi okurdum. Ne gazetem biterdi ne de çayımın tadı, saatin nasıl geçtiğini anlamazdım bile. Hala o anlar hafızalarımdadır…

Hele de o eski Salih Paşa’da gençliğimizde kıldığımız namazların tadı bir başka idi. 1813 yılında yapılmış camimizde en göze batan nokta ahşap tavanları idi. En eski camimiz ne yazık ki sel felaketlerinden koruyamıyoruz diye yıkılmış yerine devasa yeni Salih Paşa camisi yapılmıştı. Böylece Sorgun’da gösterebileceğimiz son eski yapı da yıkılmış, ciğerimiz dağlanmıştı.

Eğiriöz ve Delibaş derelerinin kenarlarında yürüyüşlerimizi ve ilkokul çağında arkadaşlarımızla çubuklarımızı yarıştırmamızı hiç unutamam. O zamanlar daha bir gür akardı derelerimiz. Keşke o derelerimizi ıslah edip etraflarını çay bahçelerine çevirsek, suni sular ile su miktarını artırıp kanallar yapıp kayıklar ile Viyana gibi Sorgun’u bir baştan bir başa gezsek, müthiş bir Turizm kaynağı da olur. Belki ileride bu çılgın projeleri yapan çılgın insanlarda çıkabilir…

Her hafta sonu meşhur Sorgun Hamamı’na gitmemiz hem bir geleneğimiz, hem de eğlencemiz idi. Tam bir şifa kaynağı olan kaplıcalarımız istediğimiz ihtişamı hala yakalayamamış, yaz tatillerinde çok insan olduğundan havuzlar hiçte hijyenik değildi. Yeni yeni yapılan otellerimiz ileride Sorgun’un çehresinin çok gelişeceğinin bir işaretidir. Çok yakınımızda olan Kozantı ilçesindeki gibi bir Kaplıcalar şehri olmamamız için hiçbir neden yok… Hatta en kısa zamanda bu gerçekleşirse ilçe ekonomisine de büyük katkılar sağlayacaktır. Yazın kavurucu sıcağında bile Sorgun’da gece yorgan ile yatarsınız. Yazın o sıcaklarından bunalan ve şifa isteyenler için bire birdir şirin Sorgun’um.

Hafta sonları cuma günü gümbür gümbür çalan davul ile uyanırsanız ne oluyoruz diye sakın endişeye kapılmayın; halen 3 gün süren Sorgun düğünleri ile tanışıyorsunuzdur. Dayımın lafı hala kulaklarımdadır; “Oğlum nerde bir davul sesi duysam, oraya gider hemen halaya katılırım”. Oyunu bilmeseniz de davulun ritmine göre hangi halay çekildiğini anlarsınız, ayaklarınız o ritme ayak uydurmuştur bile. Ağırlama ile başlanır, bobbili ile devam eder, cemo, trakya ile şaha kalkar, gelin ile durulursunuz. Hele gelin evinden alınıp damat evine götürülürken o çalan melodiler, siz gelin evi olmasanız ile o hüzne ortak eder, hele de duygusal bir kişi iseniz gözlerinden damlalar haberiniz olmadan akar gider…

Yemek kültürümüz ise çok farklı tattadır. Hamur işini seviyorsanız ilk hedefiniz Sorgun olmalı. Ya da Ramazan ayında acıkmak istemiyorsanız, Sorgun’un misafiri olmalısınız. Sahurda o yapılan ekşili ya da pişiler sizleri gün boyu tok tutar. Ben neden Ramazan ayında zayıflamıyorum diye de hayıflanırsınız. İlk defa misafir oluyor iseniz sizi bir sürpriz de bekler, Desti Kebabı… Sizin için özel desti de yapılır, masanıza getirilir, bir dilek tutun denir ve destiyi kırmanız rica edilir. Eskiden beri tuttuğunuz dilek bir gün gerçekleşir diye de bir inanış vardır halk arasında…

Kış zor geçer Sorgun’da, hastalanmamak elde değildir. O zaman antibiyotikten önce Helle Çorbanız sımsıcacık hazırdır bile…

Ya pastırmalı madımak yemeğine ne demeli, bol sarımsak yoğurt dökülür afiyetle yenir ki kız kardeşim Sorgun’a ilk adım attığım zaman bana mutlaka yapar, menüm bellidir yani…

Kışın Sorgun’a yolunuz düşerse gittiğiniz herhangi bir evde muhakkak o soğuk havayı sıcacık hale çeviren Arabaşı Çorbasına rastlarsınız. Hamurunu doğru yutabilirseniz ileride sizin vazgeçemeyeceğiniz yiyeceklerden olacaktır o tılsımlı çorba…

Keşke derim bazen, hanım da bilse de Haside yesem sık sık… Benim gibi tatlı şeyleri sevenler için çok kolay yapılan ve genelde de yatmadan önce yediğimiz bir çeşit tatlıdır Haside…

Ortaokul yıllarımı hatırlıyorum da Sorgun Üç Tepelere baharın temsilcisi olan çiğdem toplamaya giderdik. Şimdi eminim ismini bile bilmeyenler vardır. Fakat, arkadaşlar ile çiğdeme gider, 4 yada 5 cm toprağı deşer çiğdemin kökünü çıkarır yerdik, ne lezzetli şeydi aman Allah’ım…

Keşke bütün akademik hayatımı uranyum mineraline ayırsaydım diye çok hayıflanmışımdır. Bildiğim kadarı ile ülkemizde tek Sorgun’da çıkan ve radyoaktif bir element olan uranyum elementi gerekli teknolojiyi sağladıktan sonra müthiş bir geleceğin yakıtı olarak karşımıza çıkacaktır ki bu da Sorgun’umuzu ileride çok daha kıymetli yapacağının garantisidir.

Sorgun’a doğal gaz geldi diye kömür ocaklarının değerinin azaldığı da düşünülmemelidir. Biraz geri plana düşse de kömür madenleri her zaman değerini koruyacaktır, çünkü kullanım alanları oldukça geniştir. Fakat rekabet edebilmek, artık acıların yaşanmaması için daha profesyonelce işletilmesi ve iş güvenliğine çok dikkat edilmesi gerekmektedir.

3 yıl kadar önce Avusturya Viyana’da 21 gün kalmıştım. Çok enteresandır; o kadar Osmanlılara ait hiç de hoş olmayan heykeller olmasına rağmen yüzde on civarında Türkiye’den gelen insanlar vardı, bu yüzde onun da yüzde doksanı Yozgat’lı imiş. Diğer ülkelerde de bol miktarda gurbetçimizin olması Sorgun’umuzun bu gurbetçilerin ihtiyacını da görecek tarzda stüdyo tipi evler yada kiralayacakları lüks kaplıca evleri vs gibi şeylerin yapılması Sorgun’a artı bir puan olarak geri dönecektir.

Sorgun Lisesi ve Yeşilyurt ilkokulu her zaman Sorgun’un sembolü olmuştur. Bu okullardan mezun olduğum için bende kendimi her zaman şanslı sayarım. Değerli hocalarımı her zaman şükranla yâd ederim.

Sorgun’a her gelişimde bu hatıralarım tekrar tekrar canlanır. Eminim ki herkes kendi doğduğu yerlere giderken bu hissiyatlar ile gelirler ve giderler. Ülkemin her tarafının en güzel şekilde değerlendirilip kalkınması için uzaklara gitsek de doğup büyüdüğümüz yerlere katkıda bulunmayı ihmal etmeyelim… Böylece buralara olan vefa borcumuzu da ödemenin huzurunu yaşarız.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Büyüknefes: Yozgat’ın Saklı Tarih Hazinesi ve Tavium Antik Kenti

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçtiğimiz hafta sonu, çocukluk arkadaşlarımla birlikte Yozgat merkeze bağlı Büyüknefes Köyü’nde bir gezi yapma fırsatı buldum. Tarihin derinliklerinden gelen zenginliklerle dolu bu köy, adeta saklı kalmış bir tarih hazinesi gibi. Her taşında, her kalıntısında geçmişin izleri var. Ancak ne yazık ki, bu kıymetli mirasın hak ettiği ilgiyi görmediğini, bakımsız ve ihmal edilmiş olduğunu görmek beni çok üzdü. İnşaAllah bu yazım, ilgili resmi kurumları harekete geçirir ve Büyüknefes, Türkiye’nin en dikkat çeken turizm merkezlerinden biri haline gelir.

Yaptığım literatür okumalarım doğrultusunda, Büyüknefes’in tarihi ve kültürel zenginliğini aşağıda özetlemeye çalıştım. Umarım ilgiyle okur ve beğenirsiniz.

Büyüknefes Köyü ve çevresi, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve ilk yazılı kayıtlarda 640 yılında Yunanca kökenli “Távion” ismiyle anılmış, 1740 yılında ise Asurca kökenli isim ile geçmiştir. Günümüzde ise 1928 yılından beri “Büyüknefes” adı kullanılmaktadır. Köyün hemen dışında yer alan Tavium Antik Kenti, antik Galatia ülkesinin üç başkentinden biri olarak büyük önem taşır.

M.Ö. 3. yüzyıldan 1. yüzyıla kadar Galatlar tarafından kurulmuş olan Tavium, İç Anadolu’nun önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur. Hititler, Frigler, Roma ve Bizans gibi birçok medeniyetin izlerini taşıyan kentte ne yazık ki kapsamlı kazı çalışmaları yapılmamıştır. Bölgedeki yüzey araştırmaları 1997 yılından beri Avusturya Klagenfurt Üniversitesi’nden Prof. Karl Strobel liderliğinde devam etmiş, bu süreçte seramik parçaları, sütun kalıntıları, mezar taşları ve yazıtlar gibi birçok önemli buluntu ortaya çıkarılmıştır. Ancak şu an için bu çalışmaların hâlâ devam edip etmediğine dair güncel bir bilgiye ulaşamadım.

Prof. Strobel’in araştırmalarıyla bölgeye dair şu önemli medeniyet bilgileri ortaya çıkmıştır:

  • Frigler: Bölgedeki yerleşimlerde oval ve yuvarlak şekillendirilmemiş taşlar kullanmış, ancak bölgede fazla tutunamamış ve bıraktıkları tarihi izler sınırlıdır.
  • Hititler: Kayalara kutsal anlamlar yükleyip onları işlemiş, yerleşimlerini kayaların bulunduğu noktalara kurmuşlardır. Bölgede hala Hititlere ait olduğu düşünülen çeşmeler bulunmaktadır.
  • Galatlar: Bölgenin en uzun süre hakimiyeti altında olan savaşçı bir topluluktur. Taş ve mermer işçiliğinde ustalaşmış, Helen yazılarını ve sembollerini kullanmışlardır. Boğa kafası onlar için kutsal bir simgedir; köyün merkezindeki çeşme ve açık hava müzesindeki birçok eser Galatlara aittir.

Tavium ve Büyüknefes, Kalkolitik Çağ’dan İslam Dönemi’ne kadar uzanan geniş bir zaman dilimine ait yerleşim izlerini barındırır. Bu da bölgenin sadece Yozgat değil, Türkiye’nin de önemli kültür ve tarih miraslarından biri olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu alan, ulusal ve uluslararası düzeyde ses getirecek şekilde korunmalı, tanıtılmalı ve değerlendirilmeye başlanmalıdır.

Büyüknefes Köyü’nde bulunan tarihi çeşmenin taş blokları ve üzerindeki Arapça kitabeler, geçmişin mimari ve kültürel zenginliğinin somut örneklerindendir. Ancak ne yazık ki bu eserler bakımsızlık nedeniyle hak ettiği ilgiyi görmemektedir.

Bölgede tespit edilen 280’in üzerindeki höyük, antik yerleşim alanları, kaya oyukları ve tümülüsler, Büyüknefes ve Tavium’un adeta bir açık hava müzesine dönüşme potansiyelini gözler önüne sermektedir. Valilik ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün destekleriyle köy konağı çevresi koruma altına alınmış, antik eserler burada sergilenmeye başlanmıştır. Bu tür çalışmaların artarak devam etmesi, bölgenin turizm potansiyelini önemli ölçüde artıracaktır. Hatta köydeki bazı evlerin duvarlarında bile tarihî nitelikte taşlar görmek mümkündür.

Sonuç olarak, Büyüknefes ve Tavium, tarihimize, kültürümüze ve geçmişimize ışık tutan çok değerli miraslardır. Bu güzide beldenin korunması, restorasyonu ve tanıtımı için hem yerel yöneticilerin hem de bizlerin sahip çıkması şarttır. Umarım yakın zamanda Büyüknefes, hak ettiği ilgiyi görür ve hem Türkiye’den hem de dünyadan tarih ve kültür meraklılarının uğrak noktalarından biri haline gelir.

Kaynaklar:

  • Yozgat İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Arşivi – Yozgat Müze Müdürlüğü Arşivi
  • Akarsu, Babür M., 2016. I. Uluslararası Bozok Sempozyumu, 1. Cilt, Yozgat, S. 75-80.
  • Erdoğan E., Temizel S. II. Uluslararası Bozok Sempozyumu ”Yozgat’ın Turizm Potansiyeli Ve Sorunları”, Yozgat, Türkiye, 4 – 06 Haziran 2017.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Unutulmaz Bir Anadolu Durağı: Muş Seyahatim

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Uzun yıllar Diyarbakır’da yaşamış biri olarak, Muş ilini ve Muş Alparslan Üniversitesi’ni ziyaret etme fırsatım hiç olmamıştı. Bir gün, Prof. Dr. Mustafa Böyükata hocamızdan bir teklif geldi:
“Hocam, Muş’ta proje eğitimi vereceğim. Gelmek ister misiniz?”
Bu davete hiç düşünmeden “Evet” dedim. Ankara’dan Muş’a doğru yola çıkmamızla birlikte, unutulmaz bir yolculuğun kapıları da aralanmış oldu.

Muş Havalimanı’na indiğimizde, bizi Türkiye’nin en büyük ovalarından biri olan o büyük ve düz Muş Ovası karşıladı. Allah’ım, ne muhteşem bir manzaraydı! Daha önce Roma’nın köylerini hayranlıkla izlemiş biri olarak içimden şöyle geçirdim: “Benim memleketimde de ne güzel yerler varmış da bu zamana kadar görememişim.” Gerçekten de gelmediğime pişman oldum.

Nisan ayında Muş’un sabahı karlı, öğleni güneşli, akşamı ise serin… Sanki tek bir günde dört mevsimi yaşadık. Küresel iklim değişikliklerini iliklerimize kadar hissettik. Ne giyeceğimizi biz bile şaşırdık.

Muş’un tarihi derinliğini hissettiğiniz ilk yer, elbette Malazgirt Savaşı’yla özdeşleşmiş Selçuklu eseri 12 gözlü Murat Köprüsü oldu. Karlı bir havada bolca fotoğraf çektik ve köprüyü baştan sona adımladık. Her taşında bir tarih, her adımında bir hikâye vardı.

Sanayisi sınırlı olan Muş, tarım ve hayvancılıkta büyük bir potansiyele sahip. O uçsuz bucaksız tarlaları görünce, buranın verimli şekilde değerlendirilmesiyle ülkemize ne büyük katma değer sağlayabileceğini hemen fark ediyorsunuz. Sofralarında da bu zenginliği hissediyorsunuz zaten. Üç gün boyunca et yemekleri, taze salatalar ve yöresel lezzetlerle adeta bir lezzet şöleni yaşadık.

Bir hocamız, caddeleri gezerken tanıştığı Muşlu bir amcanın evine yemeğe davet edilmesinden bahsetti. Bu da bölge insanının ne kadar içten ve misafirperver olduğunun en güzel göstergesiydi.

Şehrin bazı caddeleri, Muş’un simgesi haline gelmiş kırmızı renkli ve mızraksı yapıya sahip Muş lalesiyle süslenmişti. Bu lale, geçmişte mimaride, çeşmelerde, camilerde ve türbelerde süsleme motifi olarak da kullanılmış. Yerel halk, “Keşke lale şölenimize denk gelseydiniz” diye defalarca dile getirdi. Demek ki bu topraklarda sadece doğa değil, gelenek de çiçek açıyor.

Tarihi Alaeddin Bey Çeşmesi, Alaeddin Bey Camii, Ulu Cami, Hacı Şeref Camisi, türbeler, manastırlar, kiliseler ve Yıldızlı Han gibi pek çok yapı, her biri ayrı bir tarih kokusunu yüreğinize işliyor. Şehir merkezinden bile rahatça görebileceğiniz, horasan harcı ve siyah taşlarla yapılmış Malazgirt Kalesi ise sanki dağların üzerinden size el sallıyor.

Üç günlük seyahatimizde ancak bu kadarını gezebildik. Eğitimler, konferanslar ve söyleşilerle dolu dolu geçen programda zaman nasıl geçti anlayamadık. Hem ruhen hem zihnen dolduk. Bu güzel davet için ve misafirperverliği için Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Alican hocamıza içten teşekkür ederim. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kenan Yıldırım hocamız ise her an yanımızdaydı. İlgi ve alakaları bizleri çok mutlu etti.

Muş’tan kalbimizde sıcacık anılarla ayrıldık. Eminim, ilk fırsatta tekrar bu güzel topraklara döneceğim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Kenevir ve Kanser İlişkisine Dair Bilimsel Bulgular Hâlâ Yolun Başında

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Yıllardır çeşitli alanlarda adı anılan bir bitki var:

Kenevir…

Kimilerine göre uyuşturucu, kimilerine ve bana göre ise doğadan gelen bir şifa kaynağı.

Özellikle son zamanlarda kanserle mücadelede adı daha sık anılıyor. Her gün en az bir bilimsel makale yayınlanıyor.

Peki ama gerçekten kenevir, bu amansız hastalığa karşı elimizdeki doğal bir şifa kaynağı olabir mi?

Editörlüğünü yaptığım, “Sağlık Bilimleri Açısından Kenevir” isimli kitabımızda da belirttiğimiz gibi, bilimsel araştırmalar kenevirin içeriğinde yer alan “kannabinoid” isimli maddenin, bazı tümör hücrelerinin gelişimini baskılayabildiğini ortaya koyuyor. Laboratuvar ortamında yapılan (in vitro) ve hayvanlar üzerinde gerçekleştirilen (in vivo) deneylerde, bu maddelerin kanser hücrelerini yavaşlatabildiği hatta yok edebildiği gözlemlenmiş. Ancak elbette bu bulguların insan üzerindeki etkilerini netleştirmek için çok daha fazla sayıda ve kapsamlı klinik çalışmalara ihtiyaç var.

Şu ana kadar yapılan insan deneyleri sayıca oldukça az, yetersiz ve yöntem açısından oldukça değişken. Bu da kesin bir sonuca ulaşmamızı güçleştiriyor. Üstelik kenevirin tümör hücrelerine etkisi çift yönlü olabiliyor, yani bazı durumlarda fayda sağlarken bazı durumlarda istenmeyen etkiler de gösterebiliyor.

Ancak tüm bu zorluklara rağmen, elimizdeki veriler kenevirin en azından destekleyici (adjuvan) tedavi olarak kullanılabileceğine işaret ediyor. Özellikle bağışıklık sistemi ve endokannabinoid sistem arasındaki etkileşim, kanserle mücadelede yeni bir kapı aralayabilir.

Elbette kenevirin bir “mucize” olarak sunulması da doğru değil. Ama bilimsel veriler ışığında değerlendirilirse, bu kadim bitkinin modern tıpta yer bulabileceği de bir gerçek. Bulmaya başlamışta zaten.

Kısacası, kenevir ne sadece bir uyuşturucu ne de sadece bir ilaç… Doğru bilgiyle, doğru dozda ve doğru amaçla kullanıldığında insanlığa fayda sağlayabilir.

Yeter ki bilimin ışığında ilerleyelim ve akademik çalışmalara devam edelim.

Kaynak

Karadağ A. Temel H., Sağlık Bilimleri Açısından Kenevir, Çukurova Nobel Tıp Kitapevi, 2022.

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş