Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Bu sıralar yazmak istemiyorum ustam!

Yayınlanma

Tarih

Bir aydır masamdaki köşe yazılarım için karaladığım defterime bakıyorum, o da bana mahzun mahsunbakıyor. Birbirimizi özlediğimizi hissediyoruz. Gerçekten de bir şeyler yazmak istiyorum ama bu sıralar elim bir türlü kalemime varmıyor ve kelimeler zihnimde sıralanamıyor nedense…

Masama oturup ne yazsam diye saatlerce düşünüyorum. Aklımda onlarca konu var ama bir türlü karar veremiyorum. Her konum yarım kalıyor. Karşımda bilgisayarım, bir yanımda ise cep telefonum. Onlara baktıkça lüzumsuzca bilgilerin beynimi doldurduğunu görüyorum. Zihnen ve bedenen uyuşuyorum. Haberleri okudukça sanki güzel haberler ya yok, ya da bir yerlerde saklıyorlar diye düşünmeden edemiyorum.

Bugün hiç mi güzel haberler alamayacağım? Nasıl bir insan olduk? Nereye gidiyoruz? Kıyamet mi yakınlaştı yoksa? Gibi aklımda değişik sorular fışkırıyor. Cevabını ise bulamıyorum.

Dünyanın yaşlandığını, maddi ve manevi kirlendiğini, elbet bir gün kıyametin de kopacağını biliyorum ama sanki zaman mı öne alınıyor onu kestiremiyorum.

Hiçbir habere göz atamıyorum, bir gazetenin doğru dediğine diğeri tamamen yalan haber olarak bize sunmalarını anlayamıyorum. Oysa doğru bir tanedir bunu biliyorum, ikilemler yaşıyorum.

Ülkelerin kendi vatandaşları için tüm imkânlarını seferber etmelerine rağmen, başka bir ülkenin masum insanlarına karşı nasıl canavarlaştıklarını görünce burkuluyorum, üzülüyorum ama elimden bir şey gelmiyor. Bu yüzden yazmakta istemiyorum.

Ailelerin dağınıklaşmasına, çocukların maneviyattan uzaklaşıp tamamen maddileşmelerine, akrabalar arasındaki irtibatın kesilmesine, komşuların birbirinin kapılarını çalmamasına alışamıyorum. İsrafın önüne geçilememesine hayıflanıyorum.

“Yaşamak için yenmeli” prensibinin yerini “yemek için yaşamak” prensibinin almasını hazmedemiyorum.

Bu cümleleri yazarken bile rahatsız oluyorum.

Galiba bu günlerde enerjim iyice düşmüş.

Ülkemin problemlerini içimde hissettikçe karamsar oluyorum.

Aslında benimkisi bir ümitsizlik değil, sakın yanlış anlamayın.

Herşeyin çok güzel olacağını biliyorum. Ülkeme ve güzel insanlarıma hep güveniyorum. Çünkü, her zaman doğru karar vermişlerdir.

Bir imtihandan geçiyoruz işte, herkesin imtihanı bir başkadır.

Belki de ahiretimi özledim.

Bilmiyorum be ustam.

Siz bana bakmayın.

Galiba bu sıralar yazmak istemiyorum…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Hala çamlık ya da ormanda yürümek istemeyenler var mı acaba?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Vakit buldukça Türkiye’nin ilk milli parkı olan Yozgat Çamlığında yürüyorum.

Sabahın çok erken saatlerinde yürüyen, spor aktiviteleri yapan hemen hemen her gün sabah kahvaltılarını çamlığın mis gibi havasında kış yaz demeden yapan çamlık sevdalılarını da görüyorum.

Çok olmasa da kahvaltılarına iştirak etmeye çalışıyorum.

Tanışık olmasak bile seslenip semaver çayımızı içmek ister misiniz?  diye samimane davetlerde alıyorum ki sizde alabilirsiniz her zaman.

Hiç şaşırmayın sakın.

Anadolu misafirperverliğini her daim görürsünüz çamlığımızda.

Ama bugün ki yazma konum farklı tabi ki.

Çamlıkta yürürken sizler ile beraber olan kimyasallardan bahsedeceğim.

Öncelikle fotokimyasallardan bahsetmek gerekir.  Bitkiler, savunma mekanizmaları olarak fitokimyasal adı verilen kimyasal bileşikler üreterek kendilerini zararlı böceklerden, mantarlardan ve mikroplardan korurlar.  Bu fitokimyasalların sağlığı koruyucu etkisi vardır ve antioksidan, antimikrobiyal ve antikanserojen etkileri bilimsel olarak tespit edilmiştir. Yani, fitokimyasalların vücudunuzu hastalık oluşumunu önlemeye yardımcı olur.

İkinci olarak ise Terpenlerden bahsetmek gerekir.  Ormanlarda yaygın olarak bulunur ve  bitkilerin koku, tat ve renklerinden sorumludur ve aynı zamanda savunma ve iletişimde rol oynayan bir grup bileşiktir.

Üçüncü olarak fenolik bileşiklerden bahsedeyim,  Antioksidan özelliklere sahip olan fenolik bileşikler, bitkilerin savunma mekanizmalarında önemli bir rol alarak bitkilerin zarar görmesini önlerler ve patojenlere karşı direnç sağlarlar.

Dördüncü olarak ise alkaloidlerdir.  Bazı zehirli bitkilerde bulunan ve bitkilerin hayvanlar tarafından yenilmesini önlemek için geliştirilmiş savunma bileşikleri olan alkaloidler ilaç olarak da kullanılabilirler.

Ve sonuncu olarak Volatile organik bileşikler (VOC’ler)den bahsetmek gerekmektedir ki orman havasını değiştirirler. Ormanlardaki bitkiler, fotosentez ve solunum süreçleri sırasında çeşitli VOC’leri atmosfere salarak hava kalitesi, iklim değişikliği ve bulut oluşumu üzerinde etkileri vardır.

Benimde en çok bunu gündeme getirmek istiyorum ki yürürken bolca bu bileşikleri vücudunuza alırsınız.

İyi ki ormanlarımız ve çamlığımız var.

Bu kadar farklı ve faydalı bir havada yürümek gerçekten de sağlığımız için çok önemlidir. Hem yürüyelim hem de bol bol nefes alalım ki sıhhat bulalım.

Hala çamlık ya da ormanda yürümek istemeyenler var mı acaba?

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Ben ne yazıyorum ki Allah aşkına!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Son zamanlarda katıldığım konferanslarım, radyo ve televizyon programlarım tatsız ve tuzsuz geçiyor.

Bir şeyler anlatıyorum ama aklım ve fikrim hep başka yerlerde.

Konferansıma başlarken;

Çevre temizliği diyorum, çevremizi kirletmeyelim diyorum.

Gazze sokakları aklıma geliyor.

O sokaklardaki kan ve barut kokusunu hissediyorum.

Anlatamıyorum, cümlenin sonunu getiremiyorum.

“Çocukların sağlığı için iyi beslenmeliler” diye söze başlamaya çalışıyorum,

Sonunu yine getiremiyorum

Çünkü Gazze’deki aç susuz çocuklar aklıma geliyor.

Her gün su içmeliyiz ama kaliteli su bulun, mümkünse plastik şişeden olmasın cam şişelerden için diyecek oluyorum.

Gazze’de su bulamayan insanlar aklıma geliyor.

Düğümleniyorum,

Utanıyorum.

Şeker ve tuz tüketimini azaltalım ki vücudumuz daha sıhhatli ve dinç olsun diye konuşmamı açmak istiyorum.

Şeker ve tuz bulamayan yine Gazze’deki insanlar aklıma geliyor.

Açlıktan ölen masum çocuklar gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyor.

Lütfen gürültü yapmayın, insanları rahatsız etmeyin güzel davranışlar sergileyelim diyecek oluyorum.

Gazze’deki bombaların adeta seslerini işitiyorum. Kulak zarlarımı patlatıyor hissine kapılıyorum.

Son yılların akademik çalışmalarından örnekler vermeye başlayım diyorum.

Ölümlerin olduğu bir dünyada akademik çalışmayı anlatmak mı? O da ne içten içe ağlıyorum.

Arakan Müslümanlarını anlatamıyorum bile.

Dayanamıyorum.

İnsanlığımdan utanıyorum,

Çaresizliğime dem vuruyorum.

Vurdumduymazlığa hayıflanıyorum.

Bazen kendi kendimle hasbihal bile edemiyorum artık.

Ben ne yazıyorum ki Allah aşkına.

Sanki dinleyen, okuyan varmış gibi…

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş