Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Kışın Hatırlattıkları

Yayınlanma

Tarih

Şu günlerde eski ismi Zemheri olan kış mevsimini yaşıyoruz. Her yerde kar ve dondurucu soğuk var. Sosyal sitelerde “Artık yaz gelse” diye serzenişleri okuyorum veya konuşmalardan dinliyorum. Kış şartları nedeni ile uçaklar kalkamıyor, karayolları tam bir felç olmuş, çoğu yerlerde zincirsiz yola çıkmak mümkün bile değil. Bırakın diğer illere gitmeyi, sokağa bile çıkamadığımız günler oluyor. Ölüm vakalarının en fazla olduğu günler de bu günler. Osmanlı zamanında bu günlere ölüm ayları demişler. Sevdiğimiz insanları bir bir kaybediyoruz… Trafik kazaları büyük bir hızla can almaya devam ediyor kış aylarında, hele de aracınız  kış şartlarına hazır değilse vay halinize… Soğuk algınlıkları almış başını gidiyor, yatak döşek yatıyoruz, herkesin ellerinde kağıt mendiller, kıpkırmızı olmuş burnumuzu çekip duruyoruz. Olumsuz şartlar cidden hayatımızı felç ediyor. Ülke olarak ne yazık ki olumsuz kış şartlarına hala hazır değiliz. Oysa dünyada kış mevsimini çok daha ağır şartlarda ve uzun yaşayan ülkeler var. Çok da güzel hayatlarını devam ettiriyorlar. Artık gerekli önlemler zamanında alınarak normal hayat akışımıza devam edebilmeliyiz ve  bu zor şartlar hayatımızın kesintiye uğramasına sebep olmamalı…

Kış mevsiminde Güneş ışınları Dünya’ya yatay geldiğinden dolayı hava bir anda soğumaya başlar. Bazı bölgelerimizde öyle kar yağışı olur ki metreleri bulabilir. Hava sıcaklığı -30o‘leri gösterebilir. Bitkilerin büyümesi yavaşlamış, çoğu hayvanlar kış uykusuna yatmaya başlamışlardır kış mevsiminin gelmesiyle. Havadaki mikropların ölmesi bizlere nefes aldırır. Yağışlarla barajlarımızın dolmasını sağlar, aslında yaza da bir hazırlıktır.

Bu zor şartlara rağmen kışı çok seviyorum. Pencereden lapa lapa yağan karı seyretmek ayrı bir heyecan veriyor bana ya da karda yürümek müthiş bir hazdır benim için. Kar yeryüzünü kaplayınca hemen çocuklar bitiverir sokaklarda. Kardan adamlar yapanlar mı dersin, kartopu oynayan bağrışan çocuklar mı dersin. Herkeste bir neşe vardır.

Bu soğuk günler evinize daha çok bağlanmanıza neden olur, düşünsenize akşamları sımsıcacık ortamda aileniz ile birliktesiniz. Bu yazıyı akşam okuyorsanız; eminim kokusu sokaklara taşmış kestane kebap yapmışınız onla meşgulsünüz ya da pat pat mısır patlatıyorsunuzdur. Geniş bir aile veya akrabalar ile içinizi ısıtan Arabaşı Çorbasını içiyorsunuzdur. Hele birde çiğ köfte yoğrulmaya başlanmış, etrafında koyu muhabbet başlanmışsa… Sohbetlerin sonunda meyveler tepsiler ile gelir. Tabi ki özellikle C vitamini bol olan meyveler tercih edilir. Gelsin elmalar, muzlar, portakallar ya da mandalinalar.

Bu zor hava şartlar olmasa hangimizi evde tutabiliriz bir düşünün. Belki de çok önemli kararlar alabileceğimiz sıcacık atmosfer de oluşmuştur. Böyle bir ortamı yaz aylarında asla bulamazsınız.

Geceler uzun olduğu için, bize küsmüş kitaplarımızla da barışma vaktini yakalamış oluruz.

Ya da bu uzun gecelerde zevkine vararak yaptığımız ibadetlerimizden daha başka bir haz duyarız. Namazlarımız uzun olur, niyazlarımız daha bir içtendir…

Vizyona giren filmlerde bu anı beklerler ki iyi bir reyting alsınlar. Tatile gitme ve ya uzun bir yolculuğa çıkma şansımız yoktur, sporla da çok hem hal olamayız. Öyle ise vizyona giren uygun ve faydalı filmlere de gitmenin tam zamanı değil mi?

Aslında kış, yeryüzünün kefenidir! Bembeyaz örtüsüyle bir kefen gibi kaplar doğayı, bahara hazırlar. Ahiret’e inanmayanlara da aslında varlığının bir ispatıdır, “bakın” der; “her kıştan sonra bahar nasıl geliyor ise, şu fani dünyadan sonra da Ahiret gelecektir, haşir olacaktır”…

Başka bir deyişle de baharın müjdecisidir kış, derki; “baharın kıymetini bilin, elinizde o kadar nimetler var ki kıymetini bilmediğimiz, onların değerini ancak elimizden uçup gidince anlarız”…

Kış mevsimi bizlere sahip olduğumuz varlıkların ne kadar önemli olduğunu da anlatır. Düşünün evsiz sokak çocuklarını, “ya bende evsiz barksız olsa idim” dersiniz. Bu anlamda şükür secdesine kapanma vaktinin belirtisidir de bu mevsim…

Ufacık çocukların üşüdüğünü görürsem bende oracıkta üşüyüveririm. Yüreğimizi savaş çığlıkları ya da atılan bombalar daha bir soğutuverir. Keşke derim, sadece kış mevsiminde üşüse idim. Ama yazın ben o zalimlerin zulümlerini görünce daha çok üşüyorum.

Allah’ım ne gelirse senden gelsin, senin Nar’ın da hoş lütfun da hoş…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Büyüknefes: Yozgat’ın Saklı Tarih Hazinesi ve Tavium Antik Kenti

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçtiğimiz hafta sonu, çocukluk arkadaşlarımla birlikte Yozgat merkeze bağlı Büyüknefes Köyü’nde bir gezi yapma fırsatı buldum. Tarihin derinliklerinden gelen zenginliklerle dolu bu köy, adeta saklı kalmış bir tarih hazinesi gibi. Her taşında, her kalıntısında geçmişin izleri var. Ancak ne yazık ki, bu kıymetli mirasın hak ettiği ilgiyi görmediğini, bakımsız ve ihmal edilmiş olduğunu görmek beni çok üzdü. İnşaAllah bu yazım, ilgili resmi kurumları harekete geçirir ve Büyüknefes, Türkiye’nin en dikkat çeken turizm merkezlerinden biri haline gelir.

Yaptığım literatür okumalarım doğrultusunda, Büyüknefes’in tarihi ve kültürel zenginliğini aşağıda özetlemeye çalıştım. Umarım ilgiyle okur ve beğenirsiniz.

Büyüknefes Köyü ve çevresi, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve ilk yazılı kayıtlarda 640 yılında Yunanca kökenli “Távion” ismiyle anılmış, 1740 yılında ise Asurca kökenli isim ile geçmiştir. Günümüzde ise 1928 yılından beri “Büyüknefes” adı kullanılmaktadır. Köyün hemen dışında yer alan Tavium Antik Kenti, antik Galatia ülkesinin üç başkentinden biri olarak büyük önem taşır.

M.Ö. 3. yüzyıldan 1. yüzyıla kadar Galatlar tarafından kurulmuş olan Tavium, İç Anadolu’nun önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur. Hititler, Frigler, Roma ve Bizans gibi birçok medeniyetin izlerini taşıyan kentte ne yazık ki kapsamlı kazı çalışmaları yapılmamıştır. Bölgedeki yüzey araştırmaları 1997 yılından beri Avusturya Klagenfurt Üniversitesi’nden Prof. Karl Strobel liderliğinde devam etmiş, bu süreçte seramik parçaları, sütun kalıntıları, mezar taşları ve yazıtlar gibi birçok önemli buluntu ortaya çıkarılmıştır. Ancak şu an için bu çalışmaların hâlâ devam edip etmediğine dair güncel bir bilgiye ulaşamadım.

Prof. Strobel’in araştırmalarıyla bölgeye dair şu önemli medeniyet bilgileri ortaya çıkmıştır:

  • Frigler: Bölgedeki yerleşimlerde oval ve yuvarlak şekillendirilmemiş taşlar kullanmış, ancak bölgede fazla tutunamamış ve bıraktıkları tarihi izler sınırlıdır.
  • Hititler: Kayalara kutsal anlamlar yükleyip onları işlemiş, yerleşimlerini kayaların bulunduğu noktalara kurmuşlardır. Bölgede hala Hititlere ait olduğu düşünülen çeşmeler bulunmaktadır.
  • Galatlar: Bölgenin en uzun süre hakimiyeti altında olan savaşçı bir topluluktur. Taş ve mermer işçiliğinde ustalaşmış, Helen yazılarını ve sembollerini kullanmışlardır. Boğa kafası onlar için kutsal bir simgedir; köyün merkezindeki çeşme ve açık hava müzesindeki birçok eser Galatlara aittir.

Tavium ve Büyüknefes, Kalkolitik Çağ’dan İslam Dönemi’ne kadar uzanan geniş bir zaman dilimine ait yerleşim izlerini barındırır. Bu da bölgenin sadece Yozgat değil, Türkiye’nin de önemli kültür ve tarih miraslarından biri olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu alan, ulusal ve uluslararası düzeyde ses getirecek şekilde korunmalı, tanıtılmalı ve değerlendirilmeye başlanmalıdır.

Büyüknefes Köyü’nde bulunan tarihi çeşmenin taş blokları ve üzerindeki Arapça kitabeler, geçmişin mimari ve kültürel zenginliğinin somut örneklerindendir. Ancak ne yazık ki bu eserler bakımsızlık nedeniyle hak ettiği ilgiyi görmemektedir.

Bölgede tespit edilen 280’in üzerindeki höyük, antik yerleşim alanları, kaya oyukları ve tümülüsler, Büyüknefes ve Tavium’un adeta bir açık hava müzesine dönüşme potansiyelini gözler önüne sermektedir. Valilik ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün destekleriyle köy konağı çevresi koruma altına alınmış, antik eserler burada sergilenmeye başlanmıştır. Bu tür çalışmaların artarak devam etmesi, bölgenin turizm potansiyelini önemli ölçüde artıracaktır. Hatta köydeki bazı evlerin duvarlarında bile tarihî nitelikte taşlar görmek mümkündür.

Sonuç olarak, Büyüknefes ve Tavium, tarihimize, kültürümüze ve geçmişimize ışık tutan çok değerli miraslardır. Bu güzide beldenin korunması, restorasyonu ve tanıtımı için hem yerel yöneticilerin hem de bizlerin sahip çıkması şarttır. Umarım yakın zamanda Büyüknefes, hak ettiği ilgiyi görür ve hem Türkiye’den hem de dünyadan tarih ve kültür meraklılarının uğrak noktalarından biri haline gelir.

Kaynaklar:

  • Yozgat İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Arşivi – Yozgat Müze Müdürlüğü Arşivi
  • Akarsu, Babür M., 2016. I. Uluslararası Bozok Sempozyumu, 1. Cilt, Yozgat, S. 75-80.
  • Erdoğan E., Temizel S. II. Uluslararası Bozok Sempozyumu ”Yozgat’ın Turizm Potansiyeli Ve Sorunları”, Yozgat, Türkiye, 4 – 06 Haziran 2017.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Unutulmaz Bir Anadolu Durağı: Muş Seyahatim

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Uzun yıllar Diyarbakır’da yaşamış biri olarak, Muş ilini ve Muş Alparslan Üniversitesi’ni ziyaret etme fırsatım hiç olmamıştı. Bir gün, Prof. Dr. Mustafa Böyükata hocamızdan bir teklif geldi:
“Hocam, Muş’ta proje eğitimi vereceğim. Gelmek ister misiniz?”
Bu davete hiç düşünmeden “Evet” dedim. Ankara’dan Muş’a doğru yola çıkmamızla birlikte, unutulmaz bir yolculuğun kapıları da aralanmış oldu.

Muş Havalimanı’na indiğimizde, bizi Türkiye’nin en büyük ovalarından biri olan o büyük ve düz Muş Ovası karşıladı. Allah’ım, ne muhteşem bir manzaraydı! Daha önce Roma’nın köylerini hayranlıkla izlemiş biri olarak içimden şöyle geçirdim: “Benim memleketimde de ne güzel yerler varmış da bu zamana kadar görememişim.” Gerçekten de gelmediğime pişman oldum.

Nisan ayında Muş’un sabahı karlı, öğleni güneşli, akşamı ise serin… Sanki tek bir günde dört mevsimi yaşadık. Küresel iklim değişikliklerini iliklerimize kadar hissettik. Ne giyeceğimizi biz bile şaşırdık.

Muş’un tarihi derinliğini hissettiğiniz ilk yer, elbette Malazgirt Savaşı’yla özdeşleşmiş Selçuklu eseri 12 gözlü Murat Köprüsü oldu. Karlı bir havada bolca fotoğraf çektik ve köprüyü baştan sona adımladık. Her taşında bir tarih, her adımında bir hikâye vardı.

Sanayisi sınırlı olan Muş, tarım ve hayvancılıkta büyük bir potansiyele sahip. O uçsuz bucaksız tarlaları görünce, buranın verimli şekilde değerlendirilmesiyle ülkemize ne büyük katma değer sağlayabileceğini hemen fark ediyorsunuz. Sofralarında da bu zenginliği hissediyorsunuz zaten. Üç gün boyunca et yemekleri, taze salatalar ve yöresel lezzetlerle adeta bir lezzet şöleni yaşadık.

Bir hocamız, caddeleri gezerken tanıştığı Muşlu bir amcanın evine yemeğe davet edilmesinden bahsetti. Bu da bölge insanının ne kadar içten ve misafirperver olduğunun en güzel göstergesiydi.

Şehrin bazı caddeleri, Muş’un simgesi haline gelmiş kırmızı renkli ve mızraksı yapıya sahip Muş lalesiyle süslenmişti. Bu lale, geçmişte mimaride, çeşmelerde, camilerde ve türbelerde süsleme motifi olarak da kullanılmış. Yerel halk, “Keşke lale şölenimize denk gelseydiniz” diye defalarca dile getirdi. Demek ki bu topraklarda sadece doğa değil, gelenek de çiçek açıyor.

Tarihi Alaeddin Bey Çeşmesi, Alaeddin Bey Camii, Ulu Cami, Hacı Şeref Camisi, türbeler, manastırlar, kiliseler ve Yıldızlı Han gibi pek çok yapı, her biri ayrı bir tarih kokusunu yüreğinize işliyor. Şehir merkezinden bile rahatça görebileceğiniz, horasan harcı ve siyah taşlarla yapılmış Malazgirt Kalesi ise sanki dağların üzerinden size el sallıyor.

Üç günlük seyahatimizde ancak bu kadarını gezebildik. Eğitimler, konferanslar ve söyleşilerle dolu dolu geçen programda zaman nasıl geçti anlayamadık. Hem ruhen hem zihnen dolduk. Bu güzel davet için ve misafirperverliği için Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Alican hocamıza içten teşekkür ederim. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kenan Yıldırım hocamız ise her an yanımızdaydı. İlgi ve alakaları bizleri çok mutlu etti.

Muş’tan kalbimizde sıcacık anılarla ayrıldık. Eminim, ilk fırsatta tekrar bu güzel topraklara döneceğim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Kenevir ve Kanser İlişkisine Dair Bilimsel Bulgular Hâlâ Yolun Başında

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Yıllardır çeşitli alanlarda adı anılan bir bitki var:

Kenevir…

Kimilerine göre uyuşturucu, kimilerine ve bana göre ise doğadan gelen bir şifa kaynağı.

Özellikle son zamanlarda kanserle mücadelede adı daha sık anılıyor. Her gün en az bir bilimsel makale yayınlanıyor.

Peki ama gerçekten kenevir, bu amansız hastalığa karşı elimizdeki doğal bir şifa kaynağı olabir mi?

Editörlüğünü yaptığım, “Sağlık Bilimleri Açısından Kenevir” isimli kitabımızda da belirttiğimiz gibi, bilimsel araştırmalar kenevirin içeriğinde yer alan “kannabinoid” isimli maddenin, bazı tümör hücrelerinin gelişimini baskılayabildiğini ortaya koyuyor. Laboratuvar ortamında yapılan (in vitro) ve hayvanlar üzerinde gerçekleştirilen (in vivo) deneylerde, bu maddelerin kanser hücrelerini yavaşlatabildiği hatta yok edebildiği gözlemlenmiş. Ancak elbette bu bulguların insan üzerindeki etkilerini netleştirmek için çok daha fazla sayıda ve kapsamlı klinik çalışmalara ihtiyaç var.

Şu ana kadar yapılan insan deneyleri sayıca oldukça az, yetersiz ve yöntem açısından oldukça değişken. Bu da kesin bir sonuca ulaşmamızı güçleştiriyor. Üstelik kenevirin tümör hücrelerine etkisi çift yönlü olabiliyor, yani bazı durumlarda fayda sağlarken bazı durumlarda istenmeyen etkiler de gösterebiliyor.

Ancak tüm bu zorluklara rağmen, elimizdeki veriler kenevirin en azından destekleyici (adjuvan) tedavi olarak kullanılabileceğine işaret ediyor. Özellikle bağışıklık sistemi ve endokannabinoid sistem arasındaki etkileşim, kanserle mücadelede yeni bir kapı aralayabilir.

Elbette kenevirin bir “mucize” olarak sunulması da doğru değil. Ama bilimsel veriler ışığında değerlendirilirse, bu kadim bitkinin modern tıpta yer bulabileceği de bir gerçek. Bulmaya başlamışta zaten.

Kısacası, kenevir ne sadece bir uyuşturucu ne de sadece bir ilaç… Doğru bilgiyle, doğru dozda ve doğru amaçla kullanıldığında insanlığa fayda sağlayabilir.

Yeter ki bilimin ışığında ilerleyelim ve akademik çalışmalara devam edelim.

Kaynak

Karadağ A. Temel H., Sağlık Bilimleri Açısından Kenevir, Çukurova Nobel Tıp Kitapevi, 2022.

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş