Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Camın ateşle dansı ile vücut bulanlar

Yayınlanma

Tarih

Bayram tatilimizi İstanbul’da geçirme dolayısı ile ailem ile birlikte Beykoz Cam ve Billur Müzesi’ni ziyaret etme imkânını buldum. İyi ki de gitmişim. Daha önce Venedik’te rengârenk cam işlemelerini ve sanayisini gördüğüm zaman hayran kalmıştım. Osmanlılar zamanında da cam işleme sektörünün bu kadar ileride olduğunu müzeyi ziyaret ederken anladım. Tarihimizi ne kadar az biliyoruz.  Kendi adıma üzüldüm.

Müzeyi ziyaret anında aldığım notları sizler ile paylaşmak istedim.

Beykoz Cam ve Billur Müzesi, Osmanlı imparatorluğu zamanında Beykoz’da kurulmuş ve o zamanının en önemli cam fabrikalarından biri olan Beykoz Cam ve Billurât Fabrika-i Hümâyûn’u ismini almıştır. 19. Yüzyılın mimari özelliklerini taşıyan U şeklinde geniş bir avlusu olan taş örgüsü ve Batı etkili görkemli yapılı bu bina daha sonra büyük bir proje ile müze şekline dönüştürülmüştür. Bu tarihi bina 1837 tarihinde Sultan II. Mahmud döneminde başlamış, Sultan Abdülmecid döneminde tamamlanmış ve günlük kullanılabilecek vazo, ibrik, şişe, şekerlik, kâse, tabak gibi şeyler yapılmıştır.

Müzeyi gezerken, 12 bölümde Türk cam sanatının gelişimini takip edebiliyorsunuz. Venedik, Fransız ve diğer ülkelerin cam kültürü etkilerini de görebiliyorsunuz. Bu müzenin Türkiye’nin ilk ve en zengin cam müzesi olma özelliği ve yapılan projede çok önemli bilim adamları ve resmi kurum yetkilileri görev almaları kusursuzlaştırmış ve sizleri büyülüyor.

Müzeyi gezerken camın ateşle dansı ile şekilden şekile girdiğine ve evlerden tutun tüm resmi makam odalarına ya da bahçelerinin uygunluğuna göre süslediğine şahit oluyorsunuz.

Cam ilk defa doğada bulunan obsidyen adıyla tanımlanan volkanik cam olarak sahneye çıkmıştır.  İnsan eli ile ise M.Ö 1500 yıllarda Mezopotamya’da üretilmiş, daha sonraları, Mısır, Anadolu, Suriye, Irak ve İran gibi ülkelerde cam ile uğraşılmış ve günümüze kadar gelmiştir. Bizim tarihimizde ise Büyük Selçuklu döneminde başlamış ve Osmanlı Devletinde devam etmiştir. Özellikle camiler ve türbeler için üfleme sanatı ile İslami el yazılarını, geometrik ve bitkisel motifleri görebiliyorsunuz.

Cam kandillerine ise ayrı bir parantez açmak gerekiyor tabi ki. Günümüze kadar kalmış ve hayran hayran bakıyorsunuz.

Müzeyi ziyaret ederken arkeolojik kazılarda çok miktarda Osmanlı camına yönelik rengârenk üflenmiş camları görebiliyorsunuz.

Geleneksel Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde kullanılan renkli camlarla süslü alçı çerçeveli olan revzenlere ise bakmaya doyamıyorsunuz. Hala etkisindeyim, nasıl bir sanat anlayışı, nasıl bir renklerin ahengi.

Padişahın mutfağı anlamına gelen “Matbah-ı Hümayun” kısmında ise Osmanlı saray mutfağını merak edenlerin muhakkak gezmesi gereken bir yer. Cam işçiliği en son maharetine ulaşmış gibi idi. Sadece kendi sanatlarını katmamışlar, Avrupa cam işçiliğini de sanat ruhlarına işlemişler. Parfüm ve kolonya şişeleri ise çok farklı bir renk ve estetikte idi…

Daha önce Venedik ziyaretimde gördüğüm, Venedik camlarını ve modellerini bu müzede görünce de hem şaşırdım hem de hoşuma gitti doğrusu.

Venedik ve Fransız yapımlarında daha çok çiçek, bahçe ve hayvan motiflerini görmemize rağmen Osmanlılarda Hüsn-i Hat ön plana çıkmıştır. İslam dinine has dini muhtevalı hüsn-i hat cam kullanılmıştır. Oldukça fazla sayıda örneklerini görebiliyorsunuz.

Cam bahçesi ise görülmeye değer gerçekten. Kristal fıskiyeli havuza ise hayran kaldım, Fransız kültürü de bayağı bir etkisini göstermiş bahçede.

Aslında söylenecek ve yazılacak çok şeyler var ama eminim bu satırları okuduktan sonra bu müzeyi siz de canlı olarak görmek isteyeceksiniz.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Zamanı Aşan Yapılar: Mısır Piramitlerine Yolculuk

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Yıllardır gitmek isteyip de nasip olmayan bir hayalimdi Mısır. Sonunda 10 günlük iznimi bu büyülü topraklara ayırarak, tarihin en görkemli yapılarından biri olan Giza Piramitleri ile yüz yüze geldim.

Adını kitaplardan, filmlerden, belgesellerden bildiğimiz bu taş devleri canlı görmek tarif edilemez bir duyguydu.

Mısır denince ilk akla gelen yapılar hiç kuşkusuz piramitlerdir.

Keops Piramidi, bu eşsiz üçlü arasında en büyüğü. Öylesine büyük ki, yüzyıllarca dünyanın en yüksek yapısı unvanını taşıdı. 4.500 yıl önce inşa edilmesine rağmen hâlâ ayakta ve Antik Dünyanın Yedi Harikası arasında günümüze ulaşan tek eser.

Giza platosunda yer alan bu piramitler, yalnızca mimarlık değil, aynı zamanda matematik ve astronomi dehasının ürünüdür. Örneğin, Keops Piramidi’nin her kenarı 52 derecelik mükemmel bir eğimle inşa edilmiştir.

Bu muazzam yapıları inşa edenler sadece işçiler değil, aynı zamanda mühendis, mimar ve bilge insanlardı. Bunların en meşhuru İmhotep adlı mimardı. Sakkara’daki ilk basamaklı piramidi tasarlayan İmhotep, günümüzde bile bilimselliği saygıyla anılmaktadır.

Ancak piramitler sadece taş yığınları değildir. Mısır inancına göre bu yapılar, ölen firavunun ruhunun göğe, tanrıların yanına yükselmesini sağlamak için inşa edilmiş kutsal geçitler olarak bilinmekte hatta bu piramitlerin içindeki dar geçitlerin bir kısmı gökyüzünde belli yıldız kümelerine yönlendirilmiştir. Firavunun bedeniyle birlikte eşyaları, altınları, hatta yiyecekleriyle gömülmesi, öteki dünyada da hüküm sürmeye devam edeceğine olan inançtan kaynaklandığı da notlarımın arasına girdi.

Bu kutsal alanlar, 1979’da UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edildi. Ancak ne yazık ki bu korunma statüsüne rağmen tehditler hâlâ sürüyor. Kahire’nin hızla büyümesi, hava kirliliği, kaçak taş ocakları ve yasadışı atık dökümü, piramitlerin taşlarını aşındırıyor. Hatta Google Earth üzerinden bile görülebilecek kadar büyük çukurlar açıldığı tespit edildi. 2011’deki Mısırdaki karışıklıkların ardından turizm düşmüş, bu da piramitlerin korunmasına ayrılan bütçeyi etkilemişti. Şimdi ziyaretçi sayısı yeni yeni artmaya tekrar başlamış.

UNESCO bu süreçte birçok kez devreye girerek, örneğin piramitler ile Sakkara arasında inşa edilmek istenen otoyolun güzergâhını değiştirtirmiş ve bugünlerde Kahire’nin altından geçmesi planlanan bir tünel projesi gündemde imiş. Ancak uzmanlar bu tür projelerin piramitlerin yapısal bütünlüğünü tehdit edebileceği uyarısını yapıyor.

Tüm bu sorunlara rağmen piramitler hâlâ dimdik ayakta. Ama değişmez değiller. Onları gelecek nesillere aktarmak için sadece hayranlık duymak yetmez; korumak da gerekir ki günümüzde sadece bir kaçı kalmış ve bir neslin tarihini acısı ve tatlısı ile yansıtıyor ve bizlere ibretlikler sunuyor.

Piramitleri görmek beni derinden etkiledi; her taşında binlerce yıllık bir hikâyenin izini gördüm. Etrafındaki deve gezileri ve fotoğraf çekimleri, daha düzenli ve makul bir ücretle sunulursa, bu büyüleyici deneyim daha da anlam kazanacaktır. Elbette böylesine bir mirasın çevre temizliği de özenle yapılmalıdır.

Eğer bir gün tarihin kalbine dokunmak, geçmişle göz göze gelmek isterseniz, rotanızı mutlaka Giza’ya çevirin.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Lavantanın Bilimle Buluşması: Bir Bitkiden Daha Fazlası

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Lavanta… Rengiyle huzur, kokusuyla ferahlık, bileşenleriyle şifa sunan doğanın mor mucizesi. Yüzyıllardır kullanılan bu değerli bitki, artık sadece geleneksel bilgiyle değil, bilimsel verilerle de geleceğe taşınıyor.

Latince “yıkamak” anlamına gelen Lavare kelimesinden türeyen lavanta, ilk kez MÖ 370-285 yılları arasında yaşamış Yunan filozof Theophrastus’un eserlerinde anılmıştır. O günden bugüne lavanta; halk hekimliğinden aromaterapiye, kozmetikten farmakolojiye kadar geniş bir alanda insanlığa hizmet etmeyi sürdürmektedir.

Yozgat Bozok Üniversitesi olarak lavantaya olan bu akademik ilgiyi daha da derinleştirmek amacıyla, editörlüğünü üstlendiğim ve önsözünü Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Evren Yaşar’ın kaleme aldığı “Sağlık Bilimleri Açısından Lavanta” kitabımızı yayımladık. Bu kıymetli eser, 27 farklı anabilim dalından 42 akademisyenin katkısıyla, yaklaşık 2000 bilimsel yayın taranarak hazırlandı. Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Evren Yaşar’ın bu çalışmanın ilk sayfalarında yer alan güçlü önsözü, hem bilimsel vizyonumuzu hem de üniversitemizin tıbbi ve aromatik bitkilere verdiği önemi yansıtmaktadır. Kendisinin sağladığı akademik ve kurumsal destek, kitabın ortaya çıkmasında en önemli yapı taşlarından biri olmuştur.

Kitabımızın tanıtımı vesilesiyle düzenlediğimiz Lavanta Sempozyumu, lavantayı yalnızca tıbbi yönüyle değil; kültürel, ekonomik ve ekolojik boyutlarıyla da değerlendirme fırsatı sundu. Açılış törenimizde bizleri onurlandıran Yozgat Valisi Sayın Mehmet Ali Özkan’a içten teşekkür ediyorum.

Sempozyuma katkı sunan çok kıymetli çağrılı konuşmacılarımıza da gönülden teşekkür etmek isterim:

  • Prof. Dr. Mehmet Hakkı Alma – Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, TÜBA Üyesi
  • Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan – Lokman Hekim Üniversitesi, TÜBA Üyesi
  • Prof. Dr. Nazım Şekeroğlu – Gaziantep Üniversitesi
  • Prof. Dr. Ahmet Hulusi Dinçoğlu – Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
  • Doç. Dr. Sultan Mehtap Büyüker – Medipol Üniversitesi

Ayrıca sempozyum boyunca bilimsel sunumlarıyla katkı sağlayan Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyeleri başta olmak üzere farklı fakültelerden değerli hocalarımıza da teşekkürü borç bilirim. Lavantanın farmakolojik, toksikolojik, mikrobiyolojik, dermatolojik ve beslenme alanlarındaki etkileri, onların sunumları sayesinde bilimsel bir bütünlük içinde ele alınmıştır.

Sempozyumun ikinci gününde ise bilimsel yoğunluk doğayla harmanlandı. Çekerek ilçemizdeki Lavanta Adası, Ürün Geliştirme Merkezi ve Millet Bahçesi katılımcı akademisyenler tarafından gezildi. Ancak günün en çok konuşulan etkinliği şüphesiz rafting turu oldu. Akademik ciddiyetin ardından doğayla iç içe geçen bu etkinlikte heyecan doruktaydı. Hocalarımızın coşkulu katılımıyla gerçekleşen rafting faaliyeti, sempozyuma unutulmaz bir anı daha ekledi.

Bu güzel programın gerçekleşmesine öncülük eden Çekerek Belediye Başkanımız Sayın Üzeyir İnce’ye ve tüm belediye çalışanlarına teşekkür ederim. Ayrıca sempozyuma maddi destek sunan Yozgat Bozok Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi’ne (BAP), organizasyon ekibine ve her aşamada desteklerini hissettiren Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Evren Yaşar’a bir kez daha şükranlarımı sunuyorum.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Büyüknefes: Yozgat’ın Saklı Tarih Hazinesi ve Tavium Antik Kenti

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçtiğimiz hafta sonu, çocukluk arkadaşlarımla birlikte Yozgat merkeze bağlı Büyüknefes Köyü’nde bir gezi yapma fırsatı buldum. Tarihin derinliklerinden gelen zenginliklerle dolu bu köy, adeta saklı kalmış bir tarih hazinesi gibi. Her taşında, her kalıntısında geçmişin izleri var. Ancak ne yazık ki, bu kıymetli mirasın hak ettiği ilgiyi görmediğini, bakımsız ve ihmal edilmiş olduğunu görmek beni çok üzdü. İnşaAllah bu yazım, ilgili resmi kurumları harekete geçirir ve Büyüknefes, Türkiye’nin en dikkat çeken turizm merkezlerinden biri haline gelir.

Yaptığım literatür okumalarım doğrultusunda, Büyüknefes’in tarihi ve kültürel zenginliğini aşağıda özetlemeye çalıştım. Umarım ilgiyle okur ve beğenirsiniz.

Büyüknefes Köyü ve çevresi, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve ilk yazılı kayıtlarda 640 yılında Yunanca kökenli “Távion” ismiyle anılmış, 1740 yılında ise Asurca kökenli isim ile geçmiştir. Günümüzde ise 1928 yılından beri “Büyüknefes” adı kullanılmaktadır. Köyün hemen dışında yer alan Tavium Antik Kenti, antik Galatia ülkesinin üç başkentinden biri olarak büyük önem taşır.

M.Ö. 3. yüzyıldan 1. yüzyıla kadar Galatlar tarafından kurulmuş olan Tavium, İç Anadolu’nun önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur. Hititler, Frigler, Roma ve Bizans gibi birçok medeniyetin izlerini taşıyan kentte ne yazık ki kapsamlı kazı çalışmaları yapılmamıştır. Bölgedeki yüzey araştırmaları 1997 yılından beri Avusturya Klagenfurt Üniversitesi’nden Prof. Karl Strobel liderliğinde devam etmiş, bu süreçte seramik parçaları, sütun kalıntıları, mezar taşları ve yazıtlar gibi birçok önemli buluntu ortaya çıkarılmıştır. Ancak şu an için bu çalışmaların hâlâ devam edip etmediğine dair güncel bir bilgiye ulaşamadım.

Prof. Strobel’in araştırmalarıyla bölgeye dair şu önemli medeniyet bilgileri ortaya çıkmıştır:

  • Frigler: Bölgedeki yerleşimlerde oval ve yuvarlak şekillendirilmemiş taşlar kullanmış, ancak bölgede fazla tutunamamış ve bıraktıkları tarihi izler sınırlıdır.
  • Hititler: Kayalara kutsal anlamlar yükleyip onları işlemiş, yerleşimlerini kayaların bulunduğu noktalara kurmuşlardır. Bölgede hala Hititlere ait olduğu düşünülen çeşmeler bulunmaktadır.
  • Galatlar: Bölgenin en uzun süre hakimiyeti altında olan savaşçı bir topluluktur. Taş ve mermer işçiliğinde ustalaşmış, Helen yazılarını ve sembollerini kullanmışlardır. Boğa kafası onlar için kutsal bir simgedir; köyün merkezindeki çeşme ve açık hava müzesindeki birçok eser Galatlara aittir.

Tavium ve Büyüknefes, Kalkolitik Çağ’dan İslam Dönemi’ne kadar uzanan geniş bir zaman dilimine ait yerleşim izlerini barındırır. Bu da bölgenin sadece Yozgat değil, Türkiye’nin de önemli kültür ve tarih miraslarından biri olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu alan, ulusal ve uluslararası düzeyde ses getirecek şekilde korunmalı, tanıtılmalı ve değerlendirilmeye başlanmalıdır.

Büyüknefes Köyü’nde bulunan tarihi çeşmenin taş blokları ve üzerindeki Arapça kitabeler, geçmişin mimari ve kültürel zenginliğinin somut örneklerindendir. Ancak ne yazık ki bu eserler bakımsızlık nedeniyle hak ettiği ilgiyi görmemektedir.

Bölgede tespit edilen 280’in üzerindeki höyük, antik yerleşim alanları, kaya oyukları ve tümülüsler, Büyüknefes ve Tavium’un adeta bir açık hava müzesine dönüşme potansiyelini gözler önüne sermektedir. Valilik ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün destekleriyle köy konağı çevresi koruma altına alınmış, antik eserler burada sergilenmeye başlanmıştır. Bu tür çalışmaların artarak devam etmesi, bölgenin turizm potansiyelini önemli ölçüde artıracaktır. Hatta köydeki bazı evlerin duvarlarında bile tarihî nitelikte taşlar görmek mümkündür.

Sonuç olarak, Büyüknefes ve Tavium, tarihimize, kültürümüze ve geçmişimize ışık tutan çok değerli miraslardır. Bu güzide beldenin korunması, restorasyonu ve tanıtımı için hem yerel yöneticilerin hem de bizlerin sahip çıkması şarttır. Umarım yakın zamanda Büyüknefes, hak ettiği ilgiyi görür ve hem Türkiye’den hem de dünyadan tarih ve kültür meraklılarının uğrak noktalarından biri haline gelir.

Kaynaklar:

  • Yozgat İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Arşivi – Yozgat Müze Müdürlüğü Arşivi
  • Akarsu, Babür M., 2016. I. Uluslararası Bozok Sempozyumu, 1. Cilt, Yozgat, S. 75-80.
  • Erdoğan E., Temizel S. II. Uluslararası Bozok Sempozyumu ”Yozgat’ın Turizm Potansiyeli Ve Sorunları”, Yozgat, Türkiye, 4 – 06 Haziran 2017.

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş