Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Ne bu dünyada ne de ahirette affetmeyeceğiz!

Yayınlanma

Tarih

Son günlerde deprem ile ilgi haberleri izlediğim zaman ya da gazeteleri okuduğum zaman için için ağlıyorum.

Hayatın geçici olduğu o kadar açık ki. Ama bu son depreme kadar kendimize toz konduramıyorduk, şimdi ibret oldu galiba nefsimize de.

Hemen hemen hepimizin bir yakını, akrabası ya da bir dostu depremzede olmuş ya da vefat etmiş. Hepimiz perişanız ve bir şeyler yapma peşinde yada yardım etme telaşındayız.

İnançlı bir toplumuz çok şükür ama ciğerimiz yanıyor, kadere inanıyoruz ama binaların depreme dayanıklı olmamasına hayıflanıyoruz.

Peki, nedir bu deprem?

Vikipediye göre: “Deprem, yer sarsıntısı, seizma veya halk arasında zelzele, yer kabuğunda beklenmedik bir anda ortaya çıkan enerji sonucunda meydana gelen sismik dalgalanmalar ve bu dalgaların yeryüzünü sarsması olayıdır. Sismik aktivite ile kastedilen meydana geldiği alandaki depremin frekansı, türü ve büyüklüğüdür” bilgisine ulaşabiliyorsunuz.

Ülkemiz bir deprem bölgesi bunu bilmeyenimiz yok. Deprem anında ve sonunda bütün olarak birbirimize insani güç ötesinde yardım ederiz. Tüm dünya şahit.

Bu da doğru.

Ama deprem gündemimizden çıktıktan sonra millet olarak çok da çabuk unutan bir ülkeyiz.

Bu da ne yazık ki doğru.

Acılarımızı sararız ama bir daha tekrarlanmaması için bir şey yapmayız.

Taaa binli yıllardan itibaren, Anadolu, Irak ve Suriye’de ciddi depremlerin olduğunu kaynaklardan bilmekteyiz. Selçuklular zamanında da çok büyük hasarlı depremler olmuş, Osmanlılar zamanında da olmuş. Güzel Türkiye’mizde de olmuş ve hala da olmaya devam edecektir. Çok can kaybı yaşanmış, çok hasarlar olmuş…

1509 İstanbul  7,2 Ms (± 0,8) büyüklüğündeki deprem ise İstanbul’a çok zarar vermiş yaklaşık 13000 kişinin vefat ettiği kaynaklarda belirtilmiş. Düşünün 1509 yılındaki vefat sayısını.

1653 yılında Doğu İzmir depremi göre 7,5 büyüklüğünde olmuş ve 2500 civarında kişi vefat etmiş.

17 Ağustos 1668’de 8 büyüklüğünde “Anadolu Depremi” olarak isimlendiren depremde 8 bin civarında insanın vefat ettiği belirtilmiş.

1688’de yine 7 büyüklüğünde “İzmir Depremi” olmuş,

1881’de 7,3 büyüklüğünde “Sakız Adası Depremi” ve 10 Temmuz 1894’te 7 büyüklüğünde ise yine  “İstanbul Depremi’nin” olduğunu görmekteyiz.

1912’de 7,3 büyüklüğünde “Mürefte Depremi”, 18 Kasım 1919’da 7 büyüklüğünde “Ayvalık Depremi” ve 7 Mayıs 1930’da 7,6 büyüklüğünde “Hakkâri Depremi” meydana geldiği bilgilerine ulaşıyoruz. .

Sırasıyla, Erzincan, Erbaa, Ladik, Gerede, Yenice, Fethiye, Abant, Manyas, Gediz, Muradiye, İzmit, Düzce ve Van depremleri…

1939’daki 7,9 büyüklüğünde “Büyük Erzincan Depremi’nde” ise yaklaşık 33 bin kişinin hayatını kaybettiğini görüyoruz.

1942 yılında Tokat Erbaa’daki 7 büyüklüğünde meydana gelen depremde 3 bin can kaybımız yaşanmış.

1943 yılında Samsun’un Ladik ilçesi yakınlarında “Ladik Depremi” 7,2 şiddetinde meydana gelmiş ve 4 bin insanımız vefat etmiş.

Bolu Gerede’de 1944’te 7,5, Çanakkale Yenice’de 1953’te 7,2, 1957’de Muğla Fethiye’de ve Bolu Abant’ta 7,1, Manyas’ta 1964’te 7 büyüklüğünde, Muş’un Varto ilçesinde 19 Ağustos 1966’da 6,9 büyüklüğünde, 1967’de 7,2 büyüklüğünde Mudurnu, 1970’te de 7,2 büyüklüğünde Gediz depremleri, Van’ın Muradiye ilçesinde 24 Kasım 1976’da 7,5 büyüklüğündeki depremi…

Benimde daha dün gibi hatırladığım Kocaeli Gölcük’te 17 Ağustos 1999’da 7,4 şiddetinde meydana gelen depremde büyük çapta can ve mal kayıplarımızın olması.

7,2 büyüklüğündeki “Düzce Depremi”.

Van’ın Tabanlı ilçesi merkezli 23 Ekim 2011’de 7,2 büyüklüğündeki deprem.

Sonuç itibarıyla Anadolu Ajansının haberine göre; Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, 1000’li yıllardan itibaren çeşitli zamanlarda 7 ve üstü büyüklüğünde 23 depremle sarsıldığı bilgilerine ulaşıyoruz.

7 şiddetinin altındakilerini ise yazamıyoruz ya da sayamıyoruz bile.

Dünyadaki depremlere ise 8 ve üzeri şiddetinde olanlara birkaç örnek verebiliriz.

Sanriku-Oki, Japonya; 1933; büyüklük 8.4, Arequipa, Peru; 2001; büyüklük 8.4, Sumatra’nın Güneyi; 2007; büyüklük 8.4, Kamçatka Yarımadası yakınları; 1923; büyüklük 8.4, Kuril Adaları; Rusya; 1963; büyüklük 8.5, Atacama, Şili; 1922; büyüklük 8.5, Banda Denizi, Endonezya; 1938; büyüklük 8.5, Unimak Adası, Alaska; 1946; büyüklük 8.6, Andreanof Adaları, Alaska; 1957; büyüklük 8.6, Kuzey Sumatra, Endonezya; 2005; büyüklük 8.6, Kuzey Sumatra’nın batı kıyısı açıklarında; 2012; büyüklük 8,6,  Assam-Tibet; 1950; büyüklük 8.6, Sıçan Adaları, Alaska; 1965; büyüklük 8.7, Ekvador açıklarında; 1906; büyüklük 8.8, Maule açıkları, Şili; 2010; büyüklük 8.8, Kamçatka Yarımadası, Rusya; 1952; büyüklük 9.0, Tōhoku, Japonya; 2011; büyüklük 9.1, Sumatra-Andaman Adaları; 2004; büyüklük 9.1, Prens William Sound, Alaska; 1964; büyüklük 9.2, Valdivia, Şili; 1960; büyüklük 9.5.

Sadece Türkiye değil tüm ülkelerin depremlere karşı daha tedbirli olması gerekmektedir. Çoğu ülkeler deprem ile yaşamasını da öğrenmişler. Ama biz hala öğrenememişiz.

Belki tüm ülkeleri kapsayan bir birim kurularak tek elden kurtarma operasyonlarının yapılması ve acil müdahaleler gerekmektedir.

Bu canımızı çok acıtan son depremden ders alarak en azından ülkemiz olarak tam yetkili AFAD Bakanlığı kurularak, güzel ülkemiz Türkiye baştan sona elden geçirilmesi ve onarılması gerekmektedir.

Depremde vefat edenlerin şehit olduğunu ve giden mallarımızın da sadaka olduğunu çok şükür biliyoruz.

Ama bile bile depreme dayanıksız binaları yapanları  “ne bu dünyada ne de ahirette affetmeyeceğiz”.

Kaynak.

  1. https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/turkiyenin-510-yillik-deprem-tarihi/1407096
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/1509_Konstantinopolis_depremi#:~:text=Tarihsel%20kay%C4%B1tlara%20g%C3%B6re%20deprem%20sonucunda,binlerce%20yap%C4%B1%20a%C4%9F%C4%B1r%20hasar%20ald%C4%B1.

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş