Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

KÜTAHYA ANLATILMAZ; YAŞANIR!

Yayınlanma

Tarih

2023 Vizyonunda Üniversitelerin Araştırma Laboratuvarları Çalıştayı için hayatımda ilk defa gittiğim ve bu zamana kadar da neden gitmeyi ihmal ettiğim için hayıflandığım Kütahya’da idim. Tren istasyonunda ilk karşılayan Kütahyalı bir arkadaşın şivesi dikkatimi çekiyor ve çok tatlı bir şekilde bizleri Kütahya şivesi ile tanıştırıyor, “hocam nereye gitceeez?” önce anlamıyorum, ama yanımdaki arkadaş da bize hemen çeviriyor, “hocam nereye gideceğimizi söylüyor”. Tatlı bir söyleşi ile kalacağımız yer olan Yoncalı Kaplıcalarındaki Termal Otelinin yolunu tutuyoruz. Yol boyunca yeni şehirleşme olan mahalleler ve Dumlupınar Üniversitesi ışıl ışıl parlıyor.
“Yurdumun her yeri, özellikle de şehirleri nasıl pırıl pırıl parlıyor” diye düşünüyorum yol boyunca camdan etrafı izlerken… Havanın soğuğuna tezat bir sıcaklıkla karşılanıyoruz otelimize vardığımızda, “ee ne de olsa kaplıca” diye esprili bir düşünceyle gülümsüyorum… Sanki duvarlardan buharlaşmış ısı geliyor, alışkın olmadığım için hemen pencerelerimi açıyorum. Hele de kaplıca suyunu açıp jakuzi de dinlenince bütün yorgunluğumuzu atıyoruz. Allah’ın verdiği en büyük nimetlerden biridir “şifa suyu”. Tabi genç arkadaşlar hemen gece ve soğuk olmasına aldırmadan “hocam hadi havuza” diye baskı yapıyorlar. Israrın yoğunluğu ve kaplıcanın çekiciliği karşısında dayanamayarak buz gibi havada ve simsiyah gecede kaplıca suyuna kendimizi bırakıyoruz. Suyun içi sıcacık ama başınızı dışarı uzattığınız zaman buz gibi havanın etkisiyle uyuştuğunuzu hissediyorsunuz… Sıcak ve soğuğun tezadın da karmaşık duygulara yelken açıyorsunuz… Bu karmaşaya 10 dakika ancak dayanabiliyorum ki hemen havuzdan kaçıp saunaya girmem bir oluyor. Hayatımda ilk defa; soğuk-sıcak hava şartlarını aynı anda yaşayan bir tecrübe kazanıyor ve kaplıca serüvenimi tamamlıyorum.
2 gün boyunca çalıştaydaki inanılmaz çalışma tempomuzun ardından meslektaşım Prof. Dr. Metin Bülbül ile 2 saat olsa da Kütahya gezisine zaman ayırıyoruz.
İlk ziyaret yerimiz Osmanlı mimarisinin en karışık zamanında merkezde böyle mükemmel ve iç alanın en büyük dikdörtgenli caminin yapılmış olması, tek padişah camisi ile gölgeleme sanatlarının uyarlanması diye heyecan ile anlatılması daha da dikkatimi çekiyor. Caminin içinde güzel bir de şadırvan var ve caminin yarım kubbe ile örtülü dışa çıkıntılı mihrap Kabe tasvirli çini pano inanılmaz büyüleyici. Çınarların büyüklüğü cami dışına ayrıca renkte katmış.
Hemen yanındaki Mevlevihane diye de adlandırılan Dönenler Camiye gidiyoruz. İlk defa böyle bir mimariye rastlıyorum; bambaşka bir haz, bambaşka bir manevi hava yakalıyorsunuz. 14. y.y.da Mevlevihanenin semahanesi olarak yapılmış. Ortada yuvarlak namaz kılınacak bir mekân var ve sonradan mihrap ilave edilerek cami haline çevrilmiş.
Kütahya’ya gelip de Türkiye de tek olan “Çini Müze” yi ziyaret etmeden olmaz diyoruz, merak etmeyin, Kütahyalılar size çini hakkında bilgi vermeden de bırakmazlar. Haklılar da… Ne kadar övünseler azdır, bırakın Türkiye’yi dünyanın neresine giderseniz gidin muhakkak bir Kütahya çinisi ile karşılaşırsınız. Müzede 14. y.y.dan günümüze kadar Kütahya ve İznik’te üretilen çini vazolar, tabaklar, ev araç gereçleri gibi mükemmel çinileri hayranlık ile seyredip ileride güzel hatıralar bırakması için bolca fotoğraflar çekiyoruz.
1982 yılında müze olarak açılan Macar evini ziyaret ediyoruz. Evin sahibi Şeyh Bedrettin Efendi imiş. İlk defa duyduğum ve bilgi dağarcığıma aldığım bu evde 1850-1851 yıllarında Macar Özgürlük Savaşı önderlerinden avukat Lajos Kossuth kalmış ve ona ait özel eşyalar sergilenmiş. Kossuth, Macaristan için hazırladığı anayasa taslağı metnini bu evde kaleme aldığı da notlarımın arasına giren önemli bilgilerden.
Yoğun sis olmasına rağmen Kütahya Kalesine doğru arabamızı sürüyoruz. Antik dönemlerden beri iskân edilen kale 5. y.y.da Bizanslılar tarafından yaptırılmış. Daha sonra, Selçuklular, Germiyanoğulları ve Osmanlılar tarafından onarılmış ve güçlendirilmiş. Burçlar, moloz-kesme taş karışımı ile tuğla sıraların ahengini görüyorsunuz. Manzarasının harika olduğu söyleniyor, ama ne yazık ki sisden dolayı Kaleden Kütahya’yı izleme şansını yakalayamadık. Belki de tekrar Kütahya’ya gelmemiz için bir neden oldu diye düşünüyorum.

Ne yazık ki iki saat zaman dilimimde ancak bu kadar gezebildim tarih kokan Osmanlı şehrini. Belki daha geniş bir zaman diliminde Kütahya’nın Çinili Camisini, Menzilhanesini, Şeyh Buhari, Ana Sultan ve Hayme Ana Türbesini, Evliya Çelebi Anıtı gibi tarihi yerleri de görürüm. Gezi programlarınız arasına almanız gereken büyüleyici bir şehir Kütahya… En yakın zamanda içime sindire sindire doyasıya gezmek, görmek ve tarihimizi koklamak için yeniden geleceğim bu güzide şehrimize…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş