Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Kenevirin tedavilerde ki kullanımı heyecan uyandırıyor

Yayınlanma

Tarih

Bugün Düzce Üniversitesi Eczacılık Fakültesi dekanı Prof. Dr. Ufuk Koca Çalışkan hocamın ve doktora öğrencisi Selda Yıldırım’ın Ankara Ecz. Fak. Derg. “Kenevir ve Sağlık alanında Kullanımı” adlı derleme makalesini okuyunca heyecanlandım. Gerçekten de kenevir ile ilgili çok az şey biliyoruz, son yıllardaki makaleleri bolca okumak ve en kısa zamanda uygulamaya yönelik projeleri hayata geçirmek ülkemizin ekonomisine katkı sağlamak gerekmektedir. Çünkü zaten ülke olarak kenevir üretimini iyi biliyoruz.

Derlemede yüzün üzerinde makale incelenmiş, keyifle okudum, özellikle tedavi ile ilgili kısımları sizlerle paylaşacağım. Fitokannabinoitler, terpenler ve pek çok etkili bileşikler içermesi dolayısı ile pek çok tedavide kullanılmaya başlanmış bu efsane bitki.

Alzheimer

“Endokannabinoit sistemin Alzheimer gibi yaş ile ilişkili nörodejeneratif hastalıklarda hedef mekanizmalardan biri olduğu düşünülmektedir” bilgisi gerçekten de çok önemli. “Yapılan in vivo ve in vitro preklinik deneylerde, kannabinoitlerin β-amiloid toksisitesini azalttığı ve nöroprotektif etki gösterdiği görülmüştür” verileri daha çok çalışmaların olacağını göstermektedir, ümit ile bekliyoruz.

Anksiyete

“Yapılan çalışmalar kenevirin hem anksiyojenik ve hem de anksiyolitik olabileceğini göstermektedir. Düşük dozlarda Δ9-THC’nin anksiyolitik etki gösterdiği, buna karşın yüksek dozda Δ9-THC’nin ise anksiyojenik etki gösterdiği saptanmıştır” verileri ile kaygı ve korku gidericiler olarak kullanılabilecektir.

Anoreksiya

“Kenevir kullanan kişilerin iştahlarının artması dolayısı ile aynı şekilde THC ve diğer CB1 agonistlerinin de iştah artırıcı etkileri olduğu belirtilmektedir” bilgisi ile iştah problemleri çözülebilecektir.

Diyabet

“Diyabetik sıçan modelinde kannabidiol’ün makrofajlardan IL-12 salınımını ve plazma IFN-γ seviyelerini düşürmek suretiyle β hücre zedelenmesini yavaşlattığı ve bu sebeple diyabette endokannabinoitlerin önemine ilişkin çalışmalar artmaktadır. Ancak bu ana mekanizmayla ilgili olan kanıtlar henüz yeterli düzeyde değildir. Bununla birlikte diyabette, karaciğerde glutatyon rezervlerinin önemli ölçüde azaldığı ve lipit peroksidasyonunun da arttığı tespit edilmiştir” verilerine göre bu alan ile ilgili çalışmaların daha da artması gerekmektedir.

Epilepsi

“Preklinik pek çok çalışma kannabinoitlerin epilepside kullanılabileceğini göstermiştir. CBD ve CBD’nin propil türevi olan kannabidivarin ile yapılan preklinik ve klinik çalışmalar, antikonvülsan etkiyi ortaya koymakla birlikte bu etkinin mekanizması tam olarak aydınlatılamamıştır” bilgileri ile epilepsi hastalıkları üzerine çalışmalara yoğunlaşma olmalıdır.

Kemoterapiye Eşlik Eden Bulantı-Kusma

“Bilindiği gibi bulantı ve kusma kanser kemoterapisinde kullanılan ilaçların en sık görülen yan etkileri arasında bulunmaktadır. THC ve kannabidiol’ün CB1 reseptörleri üzerinden ve başka birtakım mekanizmalarla bulantı ve kusmayı önlediği bilinmektedir. Dronabinol ve nabilon özellikle konvansiyonel antiemetiklerle sonuç alınamayan kanserli hastalarda, kemoterapiye bağlı bulantı ve kusmanın giderilmesinde 1980’li yıllardan beri klinikte kullanılmaktadır” bilgisi çok önemli idi. Eminim bu çalışmalar üzerine de yoğunlaşılabilir.

Kronik Ağrı

“Bilindiği gibi kenevirin insan sağlığına yönelik keşfedilen ilk etkilerinden birisi analjezik aktivitesidir. Medikal kenevir kullanıcıları da keneviri en çok bu etkisi sebebiyle kullanmaktadır. Migren, kemik ve eklem ağrısı, menstrüel kramplar vb. pek çok ağrı tipinde etkili olmakla birlikte, özellikle nöropatik ağrı ve kanser ağrısı gibi konvansiyonel tedavilere cevap vermeyen tedavisi güç ağrı çeşitlerinde etkinliği çok daha yüksektir. Bu amaçla THC ve CBD içeren standardize kenevir ekstresi nabiksimols, 2010 yılından beri klinikte kullanılmaktadır” bilgileri zaten yıllardır bildiğimiz ağrılara inanılmaz çözümler sunmakta idi.

Kolit

“Kenevirin farklı preparatlarının gastrointestinal ağrılar, gastroenterit, diyare vb. pek çok gastrointestinal hastalıkta uzun bir süredir kullanıldığı bilinmektedir. CBC, CBD ve CBG gibi fitokannabinoitlerin çeşitli deney modellerinde inflamatuvar bağırsak rahatsızlıklarında antienflamatuvar olarak rol oynadığı çeşitli araştırmacılar tarafından rapor edilmiştir” bilgileri verilmiş, bu alanlar ile ilgili çalışmalara daha fazla yoğunluk verilmeli.

Multipl Skleroza Bağlı Spastisite

“Günümüzde kas spastisitesi, nöropatik ağrı, tremor, ataksi ve nörojenik mesane gibi multipl skleroz semptomlarının tedavisinde kullanılan ilaçlar tam olarak tedavi edici değildirler ve yan etkileri sebebiyle kullanımları kısıtlı olabilmektedir. Bu durum tüm dünyada multipl skleroz hastaları tarafından kenevirin artan oranlarda denenmesinin sebebidir. Nabiksimols 2010 yılından sonra başta Kanada ve çoğu Avrupa ülkesi olmak üzere pek çok ülkede, konvansiyonel tedavilere cevap vermeyen multipl skleroza bağlı spastisite ve ağrı tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Bu tedaviler sırasında psikoaktif yan etki ve direnç oldukça düşük düzeyde rapor edilmiştir ve hastalar tedaviyi iyi tolere etmişlerdir” bilgileri gerçekten bu alan ile ilgili çalışacak akademisyenlere büyük bir ışık tutacaktır.

Şizofreni ve Diğer Psikozlar

“Kannabidiol’ün THC’nin psikoaktif etkilerini inhibe ettiği ve aynı zamanda şizofrenideki metabolik, inflamatuvar ve stresle ilişkili semptomlar üzerinde de olumlu etkileri olduğu gösterilmiştir” bilgileri ile şizofren ve diğer psikolojik rahatsızlıklar ile ilgili çalışmalara da yoğunlaşabileceğini göstermektedir.

Uyku Bozuklukları

“Nabilon ve dronabinol ile yapılan kısa süreli tedavilerin obstrüktif uyku apnesinde yararlı olabileceği ile ilgili çalışmalar bulunmaktadır. Nabilonun aynı zamanda post-travmatik stres bozukluğuna bağlı kabusları azalttığı ve kronik ağrısı olan hastalarda uyku kalitesini artırdığı yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır” ile ilgili verilere bakarak uyku problemi olan hastalara verilebileceği gösterilmektedir.

Tourette Sendromu

“Tourette Sendromu (TS), en az bir yıl süren motor ve vokal tiklerle karakterize, çocukluk çağında % 0.4-0.6 sıklığında görülen nörogelişimsel bir bozukluktur. Bazı klinik çalışmalarla, kronik kenevir ya da dronabinol tedavisinin tedaviye dirençli tourette sendromunda tikleri azalttığı kanıtlanmıştır” bilgileri beni heyecanlandırdı gerçekten.

Bu makaledeki detaylı bilgilere ve çalışmalara aşağıdaki kaynaktan rahatlık ile ulaşabilirsiniz. Tekrardan bu güzel derleme için değerli hocalarımızı kutluyor ve kenevir ile ilgili terapötik çalışmaların ülkemizde daha artmasını temenni ediyorum.

Kaynak: Yıldırım ve Koca Çalışkan,  Ankara Ecz. Fak. Derg. 44(1): 112-136, 2020

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Tarih, Rüzgar ve Hamsilos’un Hikayesi: Sinop

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Sinop Üniversitesi’nin organize ettiği bir proje etkinliği dolayısıyla üç günlüğüne Sinop’taydım. İlkokul yıllarımda ziyaret ettiğim bu şehri hatırlamıyor olmam, bu seyahati benim için daha da anlamlı hale getirdi. Yozgat’tan Sinop’a doğru yol almak, adeta dağları yara yara ilerlemek gibiydi. Sayısını hatırlayamadığım kadar çok tünelden geçtik. Bu tünelleri yapanlardan Allah razı olsun, büyük bir hizmet!

Yol boyunca hiç sıkılmadık. Allah’ın yarattığı eşsiz manzaraları izlerken yollar adeta kısalıyordu. Bu macera dolu yolculuğa, Prof. Dr. Mustafa Böyükata hocamın kendine has sohbeti ve esprileri de ayrı bir neşe kattı.

Boztepe Burnu üzerine kurulmuş, “Türkiye’nin en mutlu şehri” unvanını hakkıyla taşıyan Sinop’a ulaşmak için sabırsızlanıyordum. Düşünsenize, milattan önce 7. yüzyıla dayanan bir tarihi olan küçücük bir şehir, ama şehirleşme konusunda bir hayli mahrum kalmış. Hele ki Şahin Tepesi’ne vardığınızda, Sinop ayaklarınızın altında kalıyor. Tarihi dokuyu bozmadan buranın bakımına özen gösterilse, eminim ki sadece Türkiye’nin değil, dünyanın merkezi haline gelebilir.

Bilemiyorum, belki de bilerek tarihi dokuyu bozmama adına çok fazla şey yapmıyorlar.

Şahin Tepesi’nde rüzgarın insanı bir yerlere savurması an meselesi. Hiç kendimi bu kadar rüzgara kaptırmamıştım. Öyle ki, üşüdüğünüzü bile fark ettirmiyor. Hamsilos Koyu ise bir başka alem… Yağmur ve rüzgara rağmen, bu büyüleyici güzelliği görmeden ve bolca fotoğraf çekmeden dönemezdim.

Sinop, tarihiyle de insanı içine çeken bir şehir. Antik Yunan filozofu Diyojen’in heykeli, şehrin tarih kokan sokaklarını süslüyor. Ayrıca, 1375 yılında Candaroğlu Beyi Sultan Celaleddin (Kötürüm) Bayezid döneminde inşa edilen Saray Mescidi; Selçuklu Devleti’nin 1214’teki fethinden hemen sonra yapıldığı düşünülen ve Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’a ait olduğu belirtilen Alaaddin Camii; Seyit İbrahim Bilal Hazretleri Türbesi ve daha birçok tarihi yapı Sinop’un zengin tarihinin izlerini taşıyor. Ne yazık ki, vakit yetersizliğinden dolayı tüm camileri gezme fırsatım olmadı.

Sinop’a gidiyorum dediğimde, neredeyse herkesin bana “Tarihi Sinop Kapalı Cezaevi’ni mutlaka görmelisin” demesi dikkatimi çekmişti. Gerçekten de en çok zamanı burada geçirdim. Üç yanı denizle çevrili bu ürpertici cezaevi, tarihi kale surlarının içine inşa edilmiş. “Kuş bile uçurtmazlar” denilen bu yer, 1999’da kapatılmış ve 2000 yılında müzeye dönüştürülmüş. Zincirli odada fotoğraf çektirirken bile insan o kalın zincirlerin ağırlığını ruhunda hissediyor. O zincirlerde ne hatıralar saklıdır kim bilir…

Bu konuda tarihçilerin, hukukçuların daha fazla çalışması gerektiğini düşünüyorum.

Ünlü yazar Sabahattin Ali, “Duvar” adlı öyküsünde Sinop Cezaevi’ni şu sözlerle anlatmış:
“Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi taş oralarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı.”

Ayrıca şu dizeler de cezaevini gezerken zihnimde yankılandı:
“Dışarda deli dalgalar / Gelir duvarları yalar / Seni bu sesler oyalar / Aldırma gönül, aldırma.”

Evliya Çelebi’nin “kaçmanın olanaksız olduğu bir hapishane” dediği bu cezaevi, geçmişin izlerini anlamak ve hissetmek isteyenler için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer.

Elbette Sinop’un lezzetlerini de unutmak mümkün değil. Yediğimiz mezgit ve Sinop mantısının tadı, damağımda iz bıraktı.

Bizi bu güzel şehre davet eden ve eşsiz misafirperverlikleriyle ağırlayan Sinop Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şakir Taşdemir hocama, hemşerim Dr. Öğretim Üyesi Serkan İşcan’a ve emeği geçen herkese gönülden teşekkür ederim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bedeninizin Sessiz Çığlığı: Daha Fazla Su İçin!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Su… Her yudumunda hayat taşıyan, sessizce hayatımıza dokunan bir mucize. İnsan bedeni, günlük işlevlerini sürdürebilmek için suya bağımlıdır. Ancak suyun bu kadar hayati bir rolü olmasına rağmen, çoğumuz bu değeri yeterince anlamıyoruz. “Suyun Sesini Duydum” kitabımda da detaylıca ele aldığım gibi, su sadece fiziksel ihtiyaçları karşılamakla kalmaz, aynı zamanda bedenimiz ve ruhumuz için vazgeçilmez bir enerji kaynağıdır.

İnsan vücudunun yaklaşık %70’i sudan oluşur. Bu oran beyin, kan ve hücrelerin işlevselliği için kritik bir öneme sahiptir. Günlük olarak yeterli miktarda su tüketmediğimizde, vücut dengemiz bozulur. Sindirim sisteminde aksaklıklar, ciltte kuruluk, yorgunluk ve baş ağrısı gibi pek çok sorun, aslında yeterince su içmemekten kaynaklanabilir. Dahası, suyun toksinleri vücuttan atarak böbreklerin sağlıklı çalışmasını desteklediği de unutulmamalıdır.

Su aynı zamanda, metabolizmayı düzenler ve kilo kontrolüne yardımcı olur. Yemeklerden önce bir bardak su içmek, gereksiz kalori alımını azaltır. Spor yapanlar içinse su, kasların doğru şekilde çalışmasını ve vücudun ısı dengesinin korunmasını sağlar.

“Suyun Sesini Duydum” kitabımda da vurguladığım gibi, su içmenin zamanlaması en az miktarı kadar önemlidir. Sabah uyandıktan sonra içilen bir bardak su, gece boyunca kaybedilen sıvıyı geri kazandırır ve metabolizmayı harekete geçirir. Yemeklerden önce içilen su, sindirimi kolaylaştırırken; uyumadan önce içilen bir bardak su, gece boyunca vücudu destekler.

Günümüzde birçok kişi su içmeyi çay, kahve veya gazlı içeceklerle ikame etmeye çalışıyor. Ancak bu içecekler suyun yerini asla tutamaz. Aksine, kafein içeren içecekler diüretik etkileri nedeniyle vücuttan daha fazla sıvı kaybına yol açabilir.

Su tüketiminin yetersiz olması, hem kısa vadeli hem de uzun vadeli ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Dehidrasyon, baş dönmesi, halsizlik ve konsantrasyon eksikliğine neden olabilir. Uzun vadede ise böbrek taşı oluşumu, kronik kabızlık ve cilt problemleri gibi durumlarla karşılaşabilirsiniz.

Dahası, bilimsel araştırmalar suyun zihinsel fonksiyonlar üzerindeki etkisini de ortaya koymuştur. Beyin, en çok suya ihtiyaç duyan organlardan biridir. Yeterli su tüketimi, beyin hücreleri arasındaki iletişimi destekler, odaklanmayı artırır ve ruh halini iyileştirir.

Suyun yalnızca bir içecek değil, aynı zamanda sınırlı bir doğal kaynak olduğunu unutmamalıyız. Günümüzde milyonlarca insan, temiz içme suyuna erişimde zorluk yaşıyor. Bu nedenle hem bireysel sağlığımız hem de geleceğimiz için suyu dikkatli tüketmek ve israfı önlemek büyük bir sorumluluktur.

Evimizde musluklardan akan suyun ne kadar değerli olduğunu bilmek ve bu değeri çocuklarımıza aşılamak, suyun sürdürülebilirliği açısından kritik öneme sahiptir. Diş fırçalarken, yemek yaparken veya duş alırken su tasarrufuna dikkat etmek, küçük ama etkili adımlar olabilir.

Su içmek, bedenimizin ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde, yaşam kalitemizi artırır ve bizi daha enerjik, daha sağlıklı bir hayata hazırlar. Ancak bu değerli kaynağı sadece tüketmekle kalmamalı, aynı zamanda onu korumayı ve gelecek nesillere aktarmayı da öğrenmeliyiz.

Unutmayın, su içmek bir seçim değil, bir zorunluluktur. Hayatın bu eşsiz armağanını anlamak ve onun değerini bilmek, sağlıklı bir yaşamın anahtarıdır. Suyun sesini duymak ve ona kulak vermek hem kendimize hem de dünyamıza göstereceğimiz en büyük özenlerden biridir.

Su gibi aziz olun!

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bu dünyadan bir Mustafa Boybay hoca geçti

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Elazığ’da akademik hayatıma yön veren ve hayatımda derin izler bırakan kıymetli hocam Prof. Dr. Mustafa Boybay’ı anmak, benim için bir onurdur. Onunla yollarımız, Dicle Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi sınavını kazandıktan sonra Fırat Üniversitesi’nde yüksek lisans sınavını kazanmam ile kesişti. O dönemde birçok kişi bana yüksek lisans ve doktora eğitimimde Mustafa Hocam ile çalışmam gerektiğini tavsiye ediyordu. Bu kararı vermek, hayatımın en doğru adımlarından biri oldu.

Şefkatin ve Mükemmeliyetin Buluştuğu Bir Hoca

Odasına ilk girdiğimde, hocamın şefkatli ve mütevazı yaklaşımı hemen dikkatimi çekmişti. Öğrencilerine olan sevgisi ve ilgisi, meslek hayatındaki disipliniyle birleşerek eşsiz bir eğitim ortamı oluşturuyordu. Kendisine heyecanla, “Hocam, sizinle yüksek lisans ve doktoramı yapmak istiyorum,” dediğimde uzun bir yolculuğun ilk adımını attığımızı hissetmiştim. Mustafa Hocam, ders anlatımındaki yetkinliği, konulara hakimiyeti ve rehberlikteki başarısıyla bir öğretim üyesinden çok daha fazlasıydı.

Zorlukların İçinde Olumlu Çözümler

1990-1996 yılları arasında, terör olaylarının yoğun olduğu bir dönemde, Diyarbakır-Elazığ yolunda haftalık gidip gelmelerim oldukça zorluydu. Bu süreçte karşılaştığım idari ve lojistik problemleri çözmek için Mustafa Hocam devreye girdi. Hafta sonu ders yapma fikrini ortaya atarak Fırat Üniversitesi’nde yeni bir uygulamayı başlatan hocalarımdan birisi oldu. Cumartesi ve Pazar günleri yüksek lisans ve doktora derslerimizi gerçekleştirdik. Bu fedakarlığı, onun öğrencileri için ne kadar çok şey yapmak istediğinin bir göstergesiydi. Derslerdeki titizliği ve konulara derinlemesine yaklaşımı sayesinde akademik hayatımda birçok zorluğu aşmamı sağladı.

Akademik ve Manevi Rehberlik

Rektörlük adaylığı sürecinde bile tez yazım sürecime zaman ayıran, yoğun temposuna rağmen bana destek olan bir hocaydı. Yurt içi ve yurt dışı gezilerine önem vermesi onun bilgeliği ve renkli kişiliğinin de olduğunun ispatı idi.

Sadece akademik alanda değil, kişisel hayatta da bir rehberdi. Oğlumun sünnet törenine ailesiyle birlikte sürpriz bir şekilde gelmesi, onun dost canlısı ve içten kişiliğini ortaya koyuyordu.

Mustafa Boybay, sadece akademik başarılarıyla değil, insani yönleriyle de unutulmazdı. ODTÜ Kimya Bölümü’nden mezun olmuş, bir süre ABD’de bulunarak bilimsel çalışmalara katılmıştı.

Emeklilik dönemlerinde ise Umre ziyaretlerine yoğunlaşarak yaşantısını ibadetlerinin bir parçası haline getirdi.

Ne yazık ki, son Umre ziyaretinde vefat etti ve çok sevdiği Medine’de defnedildi. Bu, onun hayatındaki manevi yönünün ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu.

Gökkubbe Altında Bir Seda

Prof. Dr. Mustafa Boybay, bu dünyadan iz bırakarak geçen nadir hocalardan biriydi. Onun yetiştirdiği öğrenciler, akademik başarılarının yanı sıra insanlık derslerini de ondan öğrenmişlerdir. Bugün, öğrencileri olarak onun yol göstericiliğini ve ilgisini kendi öğrencilerimize aktarmaya çalışıyoruz. Kendisini her zaman saygıyla ve özlemle anacağız.

Bu dünyadan bir Mustafa Boybay geçti ve geride unutulmaz hatıralar bıraktı.

 

 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş