Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Kazanan ülkem olsun!

Yayınlanma

Tarih

Bu günlerde   tekrar bir seçim sürecine girdik. Demokrasiye inanmış fertler olarak  seçim süreci bizleri fazlası ile etkileyecek, güçlü bir Türkiye için gidip istediğimiz ve gönlümüzü verdiğimiz partiye oyumuzu kullanacağız. Çıkan her sonuca katlanacağız ve kim kazanırsa kazansın, devletimizin selameti ve başarılı olması için her fert olarak çalışacağız. Seçim sonuçlarına göre, her demokratik ülkede olduğu gibi muhalefet olan partiler kendi iç hesaplaşmalarını yapmalı ve seçim polemiklerinden uzaklaşarak kurulan hükümete destek olmalılar.

Ne yazık ki madalyonun birde diğer yüzü var. Her ne hikmet ise, ülkemiz de seçimi  kaybeden her muhalefet kendisini düzeltme yerine, daha ilk günün sabahı bir sonraki seçim için, iktidarı yıpratma çabasına giriyor ve yeni kurulan hükümetin  başarısız olması için çaba harcıyor. Gelişmiş ülkelerde devamlı her şeye muhalefet eden böyle durumları görmek  mümkün değildir. Hatta seçim sürecinde hangi partiden kimler milletvekili olmuş kimse bilmez, bilmesine de gerek yok zaten. Oturmuş bir demokratik sistemin seçim sürecini ve seçim sonrasını çok da önemli kılmaz kılmamalı da…

Pahalı seçim reklamları, pankartlar, mitingler yada propagandalar artık vatandaş tarafından tasvip edilmiyor. Örneğin, mitinglere katılanların; “şu mitinge gittim ve kararımı falan parti olarak değiştirdim” diyen bir kişiye ömrüm boyunca henüz hiç rastlamadım.

Şu günlerde çok zor günler geçiriyoruz, her partinin pahalı seçim reklamlarını veya  kulakları rahatsız eden müzik şölenlerini yapmaması veya iptal etmesi gerekiyor.  Projelerini anlatabileceği televizyon programları, basına açık çalıştaylar yada  konferanslar vs., ile tanıtımlarını çok daha rasyonel yapabilirler. Hem büyük bir israfın önü kesilmiş olur, hem de yaşanan acılarımıza hürmetimiz olur.

Partilerin en büyük sınavı milletvekili aday adaylarının durumu, milletvekilliği çok zor bir iş. Gerçekten bu işi hakkıyla yapmak isteyen bir çok kişinin aslında “bu kutsal görevi layığı ile yapamayacağım” deyip kaçması gereken bir durum. Çünkü başarıyı yakalamaz ise veya çok da ehil olmadığı bir konuda istemeden de olsa bilmeyerek vereceği yanlış karar ile ülkeye yaşatacakları büyük hezimetler karşısında tüyü bitmemiş yetimin hakkına girmiş oluyorlar. Bu da hem dünyamızı hem de ahiret hayatımızı derinden etkiler. Bu yüzden bu tip görevler istenilmez ancak verilir. Ama ne yazık ki ülkemizde gönlünde milletvekili olma hayali ile yaşayan büyük bir grup var. Maddi tüm varlıklarını bu siyaset uğruna harcayan insanları medyadan takip ediyoruz. Tüm maddiyatını bu işe harcayan insanlar da doğal olarak geri dönüşüm arayışına giriyor ve yanlışlar silsilesi başlamış oluyor. Hedeflerini veya ideallerini dinlediğimiz zaman hep “yapacağım veya  edeceğim” gibi cümlelerini sıkça görüyorsunuz.  Oysa partiler aday adaylarının özgeçmişlerine bakıp bu zamana kadar neler yaptın ve bunlara ek olarak neler yapacaksın diye sorsa, aday adaylarının sayısında gözle görülür bir azalma olacaktır. “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” lafı şu günlerde çok da önem arz ediyor. Ne yazık ki de bol keseden atma bu devirde çok moda olmuş. Ama artık kimse iki anahtar gibi vaatlere kanmıyor…

Aslında her partinin milletvekillerini kendisi davet etmesi veya seçmesi gerekiyor. Hangi alanda eksiği var ise ona göre adaylarını tespit etse, hem daha kaliteli milletvekili adaylarımız olur, hem de binlerce insan maddi manevi gücünü boşa harcamaz, zamanını da israf etmez. Seçilen kaliteli milletvekillerimiz de  ülkemizin sosyal, ekonomik yada herhangi bir konuda problemini çözmede çok daha hızlı ve akılcı kararlar alır, seviyeli bir ortam oluşmuş olur. Ülkemiz için çok önemli kararlarda konu hakkında bilgisi olmayan milletvekilleri yanlış kararlarda verebiliyor, ülkemiz hiç hak etmediği stresli veya gerilimli günlere dönüyor. Bu nedenle milletvekillerinin belli alanlar da uzman olmaları gerektiğine inanıyorum. En azından belli bir standardı yakalamamız gerekiyor. Yoksa sadece cerbeze ile işi yürüten insanlara kalırız ki bu da ülkemizin hızlı gelişmesini engeller, uluslararası rekabetlerde geri plana düşmüş oluruz.

Partilerimiz için zorlu bir süreç başladı, ama bu yükün altından kalkacaklarına inanıyorum, sorumluluk sahibi ve güçlü özgeçmişleri ile önümüze gelecek adayları seçme şansımız daha kolay olacaktır. İktidar olacak partinin de muhalefet olacak partilerinde bu zamana kadar yapılmış hatalardan ders almaları, İktidar partisinin birleştirici, adil ve demokrat, muhalefette kalacak partilerinse kurulacak hükümete destek vererek uyum içinde çalışmaları ve el birliği ile halkımızın refah düzeyi yükseltilmeli, ülkemiz modern medeniyet sınırlarını aşmalı ve acılar son bulmalıdır. Yoksa kaybeden hepimiz oluyoruz.

Kazanan parti değil ülkemiz olsun…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş