Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Kurban olurum sana!

Yayınlanma

Tarih

Küçüklüğümü hatırlıyorum da rahmetli babaannem beni o kadar çok severdi ki sevgisini belirtmek için “kurban olurum sana” deyip bağrına basardı. Beni kucakladığı zaman bundan daha büyük ve güzel sevgi olamaz diye düşünürdüm. Adeta eriyiverirdim kucağında… Allah’ım ne müthiş bir karşılıksız sevgi idi bu. “Kurban olurum” sözünü o zamanlar tam anlayamazdım; ne demekti yani kurban olmak? Bir çeşit sevgi göstergesi olduğunu  hissediyordum hissetmesine de İbrahim Aleyhisselam’ın kıssasını okuyana kadar özünü kavrayamamıştım…

İbrahim Aleyhisselam güneşe, aya, yıldızlara ve kainata bakarak bunlar benim rabbim olamaz diyecek kadar cesur yürekli bir gençti. Kavmine küçük yaşta olmasına rağmen putlara inanmalarının doğru olmadığını deliller ile anlatmaya çalışırken genç yaşta  peygamberlik ile müjdelendi. Putlara o kadar düşmandı ki elinden gelse, geçmiş ve gelecek bütün putları paramparça edecekti. Herkesi imana davet eden İbrahim Aleyhisselam Mısır’a gitmek zorunda bırakılmış, eşi Hz. Sare  hanımı da alarak uzun yolculuklar yapmıştı. Firavun ile yolları kesişmiş, ondan zor kurtularak sonradan eşi olacak Hz. Hacer annemizi de alarak Filistin topraklarına yerleşmiş, çiftçilik yaparak yarım milyonu sığır olmak üzere müthiş bir mal varlığına kavuşmuştu. Fakir insanlara yardım ederdi, çok istedikleri halde Hz. Sare hanımdan çocuğu dünyaya gelmemiş, ama Hz. Hacer validemizden bir erkek çocuğu; Hazreti İsmail dünyaya gelmişti. Başlarda hissetmese de sonradan  hemen her kadında olan kıskançlık krizi Hz. Sare validemizi de kuşatmıştı ve evden gönderilmesini istemişti. Çaresiz kalan İbrahim Aleyhisselam eşi Hz. Hacer validemizi  ve oğlu İsmail Aleyhisselamı alarak Mekkeye götürmüş, o ıssız yerde oğlu ve hanımını bırakarak geri dönmüştü. Hz. Hacer Validemiz susuzluğunu gidermek için Allah’a dua etmiş ve şimdiki zemzem suyu topraktan fışkırarak bir mucizeye tanıklık etmişlerdir. Ve o günden beri de bu mübarek zemzem suyunu içmekteyiz.  İbrahim Aleyhisselam üç gün boyunca sürekli gördüğü aynı rüyalar sonunda henüz çocuğu olmadan “bir gün oğlum olursa Allah yoluna kurban edeceğim” sözünü hatırlar ve bunun sonucunda adağını yerine getirmeye karar vererek Mekke’ye geri döner. Eşine durumu anlatan ve oğlunu da ikna eden Hz İbrahim tam oğlunu kurban olarak kesecekken Allah teala bir koç göndermiş ve “adağın kabul oldu, İsmail Aleyhisselam yerine bu koçu kes” diye emir gelmiş ve koç kesilmiştir. O gün bu gündür, İbrahim aleyhisselamdan bu yana Kurban Bayramında bizler koç yada büyük baş hayvan keseriz. Üçte birini fakire, üçte birini misafirlerimize geri kalanını da evde kendimize ayırırız. Ne büyük bir sevap kazandığınızı o gerçek fakirlerin eti yediklerinde gözlerinden anlarsınız.

Düşünün öyle fakirler vardır ki mutfaklarına sadece kurban bayramlarında et girer. Filipinlerde bir arkadaşım Kurban kesmişti ve fakirlere dağıtmıştı da; fakirler, o büyük baş hayvanın resmini çekip duvarlarına asmışlar; “ilk defa boğazımızdan et girecek” diye büyük bir mutluluk ve heyecan duymuşlar…

Bakmayın siz Kurban bayramında hayvan katliamı oluyor diye yaygara koparanlara, yıl içinde yedikleri veya mangal partilerinde ızgaraya attıkları etin nasıl kesildiğini bilmiyorlar mı onlar sanki? Tabi ki haberlerde izlediğimiz gibi de acemi kasaplar olmaması gerekiyor. Belediyelere bu konuda çok büyük görevler düşüyor. Bu tip acemiliklere veya nahoş görüntülere müsaade etmemeliler, çevre kirliliği asla olmamalı. Gerekli önlemleri almalılar. Bir kurbanın kurban olabilmesi için o hayvanın sakat olmaması, kesilirken gözlerinin bağlanarak korkmamasının sağlanması ve bir kerede acı çektirilmeden kesilmesi gerekir. Bu sadece kurban bayramlarında değil her hayvan kesiminde dikkat edilmesi gereken bir durumdur.

Kurban kelimesi  İslami terim olarak Allah’a yaklaşmak ve Allah rızası için kesilen hayvana denir. Seçtiğimiz kurbanı o niyet ile kesip dağıtmak, ne güzel bir ibadettir, sırat köprüsünden de geçerken bineğimizdir.

Ah babaannem keşke yaşasa idin de şimdi daha iyi anladığım “o kurban olurum” lafını sarılarak ben de sana etse idim…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş