Nasıl oldu ise 30 yıllık hayatında Müslüman bir ülkede kendini de Müslüman olarak tanıtmasına rağmen hiç oruç tutmamıştı. Çevresinde ve ailesinde de ne yazık ki böyle bir ruhu ve teşviki hissetmemişti. Ama basın ve sosyal medyadaki paylaşımlardan etkilenerek bu sene ailesinin de anlamsız bakışlarına rağmen oruç tutmaya niyetlenmişti işte.
“Ben bu sene orucumu tutacağım” diyebilmiş ve nefsini de ikna etmişti.
O heyecan ile ilk sahuru için saatini kurmuş olmasına rağmen saatinden önce kalkmış ve sahura uygun kendine yiyeceklerini hazırlamıştı. Sahurda yemek yerken bir huzur benliğini kaplamıştı, yemeğini yerken bu zamana kadar hiç hissetmediği bir huzur ve manevi atmosferi hissediyordu ve için içine sığmıyordu. Çok farklı duygulardı bunlar…
Ezanın okunması ile sahurunu bitirmiş, doğruca anneannesinden kalma seccade ve namaz örtüsünü çıkarmıştı. Gözlerinden yaşlar damlıyor ve tir tir titriyordu. Adeta sanki yıllar önce kaybettiği anneannesinin kokusunu hissediyordu.
Küçüklüğünden beri ezberlediği surelerin hiç birisini unutmamıştı çok şükür.
Sabah namazına durması ile dinen gözyaşları tekrar sel olmuştu, iyi ki kimse görmüyordu. Böyle ağlayarak namaz kıldığını görseler “herhalde utanırım” diye içinden de geçirmiyor değildi.
Secdeye varırken ise adeta kendinden geçmişti, nasıl bir ibadetti bu, yıllardır neden yapmamıştı, kimsede namazın bu kadar kendisine huzur vereceğini söylememişti.
Bu zamana kadar niçin namaz kılmadığı, Kuran’ı Kerim’i okumadığı gibi sorular aklında uçuşuyordu, değişik bir ruh hali içinde idi. Namazdan aldığı tat ayrı ramazanın verdiği huzur ayrı idi. Hepsi bugün birleşmiş ve yeniden dünyaya geliyor gibi idi.
Yeni bir hayata bürünüyordu sanki ama mutlu ama huzurlu…
Sabah işe giderken ki heyecanı da başkaydı hani, çevresine daha iyi bir bakıyor, insanlara gülümsüyordu, ayrı bir âlemde yaşıyor gibi idi…
Odasına geçerken “kahvenizi getiriyorum” diyen sekreterinin “bugün niyetliyim” sözleri ile şaşkınlığa bürünmesini ise hafif bir tebessüm ile karşılık veriyordu. O da haklı idi yıllardır beraber çalıştığı sekreteri onu ilk defa oruç tutarken görüyordu.
Hiç acıkmamıştı, nasıl bir işti bu, oysa odasına gelen misafirler ve kendisi için inanılmaz bir yiyecek ve içecek deposu vardı. İşte hiç birini görmüyordu, hatta umursamıyordu, canı da çekmiyordu.
Rutin işlerine koyulup mesainin bitmesi ile kendini dışarı atmış ve bol ağaçlı ve sessiz bir park alanında biraz yürümek istemişti.
Arabasını uygun yere park etmiş ve yürüyüş yolunda, iç âleminde hesaplaşmalar yaparak yürüyordu. Sanki etrafındaki tüm canlılar ve cansız varlıklarda ramazanın o manevi büyüsüne kapılmışlar ve niyetli idiler. Ağaçlar kendi lisani halleri ile secde ediyordu, kuşlar ilahiler söylüyordu, çiçeklerde bugüne has en güzel kokularını yayıyorlardı. Demek ki tefekkür dedikleri bu olsa gerekti.
Çekingen ama gözlerinden muhtaç oldukları belli olan insanlara çaktırmadan ceplerine para koyması da yardımseverliğin ne kadar güzel bir duygu olduğunu tadıyordu. İlk defa yaptığı şeylerdi. Daha önceleri korkardı ya da çekinirdi kendisine yabancı birisinin yaklaşmasından. “Zekâtın önemi burada işte” diye düşündü. Tabi ki elinden geldiğince yardımlar yapıyordu, yardımcısına bir şeyler veriyor oda yardımlarını dağıttığını söylüyordu, doğrusu kendisi hiç direkt yardım yapmamış o zevkten hep mahrum kalmıştı.
Ayakları onu ağaçların bittiği gecekondu bir eve doğru götürüyordu, kırık pencereden ağlayan 3 yaşlarında bir çocuk sesi duyuluyordu, bir de yaşlı ninesi idi galiba, onu teskin etmeye çalışıyordu.
“Evladım biraz daha sabır bugün ramazan, Allah bize birisinin eli ile yiyecek gönderecektir” diye torunu yaşındaki çocuğa bir şeyler söylüyor, gözleri yaşlı elleri titreyerek dualar ediyordu.
“Nasıl bu kadar varlıklı olup da bu kadar fakirleri görmemiştim” diye hayıflanarak ilk markete girip gördüğü ne varsa alması ile çıkması bir olmuş ve o ninenin kapısına dayanmıştı. “Ninem işte Allah sana bu nimetleri benim elimle gönderttirdi” diyerek hıçkıra hıçkıra ağlayarak poşetteki yiyecekleri verdi. Günlerce o bebeğin bir şeyler yemediğinden adı gibi emindi, çünkü o aldıklarına saldırıp yemeye başlamasını seyretmek dünyanın en güzel yerlerini gezip seyretmekten daha zevkli idi. Nine ise “ ne gerek vardı kuzum” diye mahcup bir ses tonu ile kendince teşekkürler ediyordu. Evden ayrılırken “Allah sana uzun ömürler versin, sevdiklerine bağışlasın” duasını duyuyordu ninenin…
Dalgın dalgın oradan ayrılırken hızla gelen otomobili görmemiş ve gözleri otomobilin ona doğru gelişini seyrederken hayatının sona erdiğini düşünmeye başladı. “Adeta kıpırdayamıyordu, hayat bu kadar kısa mı idi, oysa daha yapacak çok şeylerim var” diye düşünürken, gizli bir el onu adeta arabanın önünden almış, ona ilk heyecanını ve ikinci baharını yaşamasına sebep olmuştu. O heyecana dayanamayıp bayılmış ve gözlerini açtığında, o yemyeşil gözlere sahip olan ninenin kendisine baktığını görüyordu. “Evladım bu yollarda çok hızlı arabalar geçiyor, lütfen daha dikkatli yürüyüver, senin gibi insanlardan kaç kişi kaldı ki?” diye şefkatli elleri ile ellerini tutarak ona nasihatler ediyordu”…