Asıl Mesele Programından Rana Çetin ve Prof.Dr. Hamdi Temel (Cine 5)
Köşe Yazıları
Kirlenen Hava, Solan Hayat
Geçen haftaki “Isınan Dünya, Hastalanan İnsan” başlıklı yazımda, iklim değişikliğinin sağlığımızı ne kadar tehdit ettiğini paylaşmıştım. Bu hafta ise aynı kitabın — Climate of Change (Değişimin İklimi) — ikinci bölümünden bahsetmek istiyorum. Bu bölüm, çok daha ciddi.
Hepimizin her gün soluduğu havanın gizli yüzünü anlatıyor yani hava kirliliğini.
Sabah işe giderken aracımızı çalıştırdığımızda, bu soğuk günlerde evimizi ısıtmak için sobayı yaktığımızda ya da sanayi bölgelerinde bacalardan tüten dumanları gördüğümüzde…
Aslında hepimiz aynı gerçeğe katkıda bulunuyoruz: havanın kirlenmesine.
Ama o kirli hava sadece gökyüzüne karışmıyor; tüm canlıları yani her şeye karışıyor.
özellikle de bu görünmeyen düşman, geleceğimiz olan çocuklarımıza, yaşlılara ve kronik hastalığı olanlara zarar veriyor.
Kitapta çok çarpıcı bilgiler yer alıyor ve oldukça akıcı bir üslup kullanılmış. Bilim insanları, hava kirliliğinin kalp krizi, inme, astım, KOAH ve hatta kanser gibi hastalıkları artırdığını açıkça ifade ediyor. Günümüzde bu hastalıkların hızla artması da bu bilgileri ne yazık ki doğruluyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, her yıl milyonlarca insan kirli hava nedeniyle erken yaşta hayatını kaybediyor. Uzmanlar, hava kirliliğinin sigara kadar ciddi bir sağlık riski oluşturduğunu vurguluyor.
Genelde duman denince “kötü koku” olarak düşünüyoruz.
Oysa o dumanın içinde neler yok ki?
Mikroskobik tozlar, kükürt dioksit, azot oksitleri, karbon monoksit ve ağır metaller… Bir çırpıda saydıklarımız bunlar.
Nefesimiz ile içeri giriyor, akciğerlerimize kadar ulaşıyor.
Bazıları kana karışıp kalbe gidiyor, damarları tıkıyor, beyne zarar veriyor.
Hava kirliliği, sadece solunum yollarını değil vücudumuzun her alanını etkiliyor.
Bir çocuğun nefes alırken zorlanması, bir yaşlının öksürük krizine girmesi, sadece “hava değişti” diyerek geçiştirilebileceğimiz şeyler değil.
Yani mesele artık sadece çevre kirliliği değil, sağlımız meselesi.
Bugün hava kirliliğini azaltmak için yapılan her adım, bir insanın daha uzun yaşamasını ve daha sağlıklı olmasını sağlıyor.
Daha az kömür, daha az duman, daha temiz enerji…
Hepsi bizim sağlığımız için…
Ne yazık ki son yıllarda temiz havayı bulmak lüks olmaya başladı.
Her gün temiz havayı bulmak için kilometrelerce yok kat ediyoruz.
Başka ülkelere de kaçamayız. Çünkü, kirli hava sınıf, ülke veya sınır tanımıyor.
Bir şehirde yanan kömürün dumanı, rüzgârla yüzlerce kilometre öteye taşınabiliyor.
Yani komşu ülkenin bacasından çıkan duman, bizi etkileyebiliyor.
Peki, çözüm ne?
Aslında çok basit ama kararlı adımlar gerekiyor.
Toplu taşıma kullanmak ve toplu taşıma sistemlerini modernize etmek, yenilenebilir enerjiye yönelmek, gereksiz yakıt tüketiminden kaçınmak, filtre sistemlerini iyileştirmek ve çevreye duyarlı üretimi teşvik etmek…
Hepimizin küçük katkısı, büyük bir fark oluşturabilir.
Unutmayalım, hava görünmez ama etkisi derindir.
Temiz hava, insanın en temel hakkıdır yani insanın sağlığını korumaktır.
Ne yazık ki “Gökyüzü Grileşirken Sağlığımız Soluyor”
Önlemler almaz isek vay halimize…
Köşe Yazıları
Isınan Dünya, Hastalanan İnsan
Bugün internette iklim değişikliği üzerine araştırma yaparken bir kitaba rastladım. Okudukça, dünyamızı ne büyük tehlikelerin beklediğini ve adeta kıyamet alametlerini yaşadığımızı hissettim.
Kitabın adı “Climate of Change” – yani “Değişimin İklimi.”
Yalnızca bilimsel bir rapor değil, aynı zamanda insanlığa yazılmış bir uyarı mektubu idi sanki…
Yazanlar: Dr. John Last, Dr. Konia Trouton ve Dr. David Pengelly. Üç bilim insanı.
Şu an için sadece ilk bölümü okuyabildim…
Biz ne ara bu kadar kirlettik dünyamızı? Ne ara toprağın, suyun ve havanın bize emanet olduğunu unuttuk?
Kitabın ilk bölümü “Fossil Fuel Emissions, Global Warming and Human Health” yani “Fosil Yakıt Emisyonları, Küresel Isınma ve İnsan Sağlığı” başlığını taşıyor.
İlk sayfalardaki en önemli bilgi şu: fosil yakıt tüketimimiz 30 kat artmış.
1860 yılında dünya yılda 300 milyon ton petrol eşdeğeri yakıt kullanırken, bugün 8 milyar 730 milyon ton kullanıyor.
Düşünebiliyor musunuz? Enerji ürettikçe üretmişiz ama doğanın da nefesini kesmişiz.
Şöyle bir etrafımıza baktığımızda; kömür yakan termik santralleri, egzozlardan yükselen dumanları, bacalardan çıkan gazları ve daha nice kirletici kaynağı görüyoruz…
Hepsi sanki canlıları yok etmek için uğraşıyor.
Kükürt dioksit, azot oksitleri, partikül maddeler, cıva ve sayamadıklarımız…
Hepsi ciğerlerimize, kalbimize, hücrelerimize, akciğerlerine kadar ulaşıyor.
Tüm bu yanmanın en masum görünen ama en sinsi sonucu ise karbondioksittir (CO₂). Aslında CO₂, doğanın kendi dengesi içinde bir kahramandır. Çünkü o olmasa, Dünya’nın ortalama sıcaklığı 15°C değil, –6°C olurdu. Yani biz, Allah’ın bir mucizesi olan bu denge sayesinde yaşıyoruz.
Ne yazık ki kendi ellerimiz ile onu denge unsuru olarak değil, zehirli bir örtüye dönüştürdük.
100 yılda atmosferdeki CO₂ oranı yüzde 30 arttı; 280 ppm’den 360 ppm’e çıktı.
Bunun anlamı ise gezegenin ateşinin yükselmesidir.
Sonucu da buzların erimesidir, göllerin kurumasıdır, soluk alamayan insanların çaresizliğidir.
Kitapta geçen bir ifade beni çok etkiledi:
“Fosil yakıtların yanması hem iklim değişikliğine hem hava kirliliğine yol açar.”
Yani arabamızın kontağını çevirdiğimizde hem doğayı hem de kendimizi kirletiyoruz.
Isınırken, üretirken, hızlanırken kirlettikçe kirletiyoruz.
Bir başka çarpıcı veri de şu: Eğer bugünkü gidişat değişmezse sadece fosil yakıt kullanımına bağlı hastalıklardan ölümler artabilir.
Bu insanlar arasında belki biz olacağız, belki çocuklarımız, belki de hiç tanımadığımız insanlar.
Küresel ısınma sadece bir “çevre sorunu” değil; artık bir sağlık krizi.
Artan sıcaklıklar, hastalıkların yayılma alanlarını değiştiriyor.
Şu günlerde Kasım ayına giriyoruz ama hava sıcaklığı normallerin üzerinde…
Yeni virüsler, yeni bakteriler, yeni salgınlar…
Kitapta anlatılan her satır, aslında hepimizin günlük hayatına dokunuyor. Herkesin okumasını çok isterim.
Sabah işe giderken soluduğumuz hava, çocuklarımızın oynadığı park, marketten aldığımız sebze, içtiğimiz su…
Hepsi sağlığımızı etkiliyor.
Dr. Last ve ekibi diyor ki:
“İklim değişikliğini durdurmak, aynı zamanda insan sağlığını korumaktır.”
Yani karbon salımını azaltmak, sadece gezegenimizi değil, geleceğimizi de korumaktır.
Bir düşünün…
Her yaktığımız bir litre benzin, her fazla tüketilen enerji, her gereksiz üretim; atmosferde bir iz bırakıyor.
Bu iz, sadece ozon tabakasını değil, sağlığımızı da etkiliyor.
Ben bugün bu kitabı okurken; dünyamızdaki kuraklık, fırtına, sel, sıcaklık artışının nedenlerini bir kez daha anladım.
Ama hâlâ geç değil. Enerjiyi daha bilinçli kullanmak, yenilenebilir kaynaklara yönelmek, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek elimizde…
Haberler
Prof. Dr. Hamdi Temel, şekerli besinlere dikkat çekti
Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hamdi Temel, işlenmiş şekerler konusunda uyarılarda bulundu. Fruktozlu içeceklerin zayıflatıcı etkilerine dikkat çekti.
Haber: Seyfi ÇELİKKAYA
(YOZGAT) – Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hamdi Temel, şekerli yiyecek ve içecekler konusunda vatandaşları uyardı. Özellikle rafineri edilmiş ve işlenmiş şekerlerin sofraya gelene kadar çok farklı kimyasalar süreçlerden geçtiğini, besin değerinin kalmadığını belirterek, “Fruktozlu içecekleri artık tavsiye etmiyoruz. Obez olacaksınız, şeker hastalığını yakalayacaksınız” dedi.
Sofralarımızdaki beyaz toz şekerin, şeker kamışı veya pancarından elde edildiğini hatırlatan Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hamdi Temel, ancak üretim sürecinde, kireç ve karbondioksit gibi kimyasallarla arıtılıp, renk ve koku veren doğal bileşenlerinin uzaklaştırılarak, sonunda yalnızca yüzde 99,9 saf sakkarozun (glukoz + fruktoz birleşimi) kaldığını aktardı. Temel, böylece doğadaki lif, vitamin ve minerallerin tamamen yok olduğunu, bu nedenle toz şekeri ‘boş kalori’ olarak tanımladığını, enerji vermesine karşılık besin değerinin bulunmadığını vurguladı.
“Diyabetli hastalarımızda müthiş bir artış olduğunu görüyoruz”
Doğru, dengeli ve doğal beslenme alışkanlıklarından vazgeçildiğini, alışverişlerde bol şerbetli, şekerli yiyecek ve içeceklere yönelindiğini anlatan Prof. Dr. Hamdi Temel, açıklamasında şu bilgileri paylaştı:
“Son yıllarda bakıyoruz alışverişlere falan gittiğimiz zaman, marketlere girdiğimiz zaman, caddelerde gezdiğimiz zaman inanılmaz derecede bol şerbetli, bol tatlılı, şekerli yiyecekler ve içecekler görüyoruz. Bunlar insanların çok hoşuna gidiyor ama özellikle rafineri edilmiş, işlenmiş şekerlerin ya da mısır şurubundan yapılmış fruktozun, işlenmiş glikozun önümüze gelene kadar çok farklı bir şekilde işleniyor, bazı kimyasal etkileşimler vesaire geçirilerek bizim karşımıza çıkıyor. Çoğu ülkeler de aynı şekilde ama biz Türkiye olarak da çok severiz şekerli, şerbetli yiyeceklerimizi, içeceklerimizi. Ne yazık ki son yıllarda bakıyoruz ki, özellikle diyabetli hastalarımızda müthiş bir artış olduğunu görüyoruz. Obezitenin çok büyük oranda insanlarda arttığını görüyoruz. İnsanlar bakıyorsunuz işte zayıflama moduna falan girmişler ama bu şunu gösteriyor; bir dengesiz beslenmenin olduğunu gösteriyor.
Dengesiz beslenme dediğimiz nedir? Eğer siz hala çayınızı 2-3 tane şeker atarak tatlandırmaya çalışıyorsanız bu ileride sizin obez olmanıza, karaciğerinizin yağlanmasına, trigliseridin artmasına, diyabet olmanıza, diyabet insanı ister istemez bir tansiyonlara doğru sizi ne yapacak götürecek. Biz işlenmiş gıdalardan, şekerlerden, meyve suları olur, gazlı içecekler olur. Gofret gibi, bisküvi gibi bunlara tatlandırıcı olarak baktığınız zaman, normal bir şeker pancarından direkt elde ettiğimiz şekerle karşılaştırıldığı zaman o fruktoz şuruplarının en az iki kat, üç kat daha tatlı olduğunu görüyorsunuz. Normalde siz şeker aldığınız zaman hemen bir enerji kazanıp koşmanız lazım, hareket etmeniz lazım. Ama siz oturduğunuz yerden bir fruktozlu meyve suyu, gofretinizi, bisküvinizi, gazlı içeceğinizi içtiğiniz zaman hareket edemiyorsanız bu şundan kaynaklanıyor; özellikle fruktozlu şuruplar, işlenmiş gıdalar bunların sizin vücudunuza vermiş olduğu enerji sıfır, bir de doymuyorsunuz, habire de yiyorsunuz doyurma özelliği olmadığından dolayı.”
“Diyabet olmanıza, şeker hastası olmanıza etki ediyor”
“Bu yiyecekler, içecekler sizi neye götürüyor, obez olmanıza götürüyor. Neye götürüyor, insülin direncine etki ediyor” diyen Temel, “Diyabet olmanıza, şeker hastası olmanıza etki ediyor. Bu noktadan biraz dikkat etmemiz lazım. Aslında bizim bu işleri imalat eden kişilerimiz de eğer siz hala baklavalarımızda bunları hala fruktoz şuruplu yapıyorsanız, çok da yiyoruz biz. Türk insanı olarak çok seviyoruz biz bu tip şeyleri, tatlı şeyleri. Çok yedik ama doyma oranı da yok. Bu direkt karaciğerde birikiyor. Fruktoz orada birikir karaciğer yağlanması yapar. Bu bizi büyük bir oranda hastalıklara, değişik hastalık problemlerine götürecektir. Şimdi hocam bizim hayatımızı alt üst diyorsunuz falan. Hayır. Şimdi öncelikle bakın, az yemeği öğrenmemiz lazım bizim. Az yiyeceğiz” ifadelerini kullandı.
“Kahvaltıda çok güzel pekmez gider, seviyoruz ama lütfen bunu çayla beraber hiç yemeyelim”
Pekmez ile çayın aynı anda tüketilmesinin sağlıklı olmadığını bildiren Temel, böyle bir tüketimin vücutta demir eksikliğine neden olacağını söyledi. Temel, açıklamasını şu uyarılarda bulunarak tamamladı:
“Halen çaylara şeker atanlara o kadar çok kızıyorum ki. Artık ispatlanmış, bilimsel verilerde, makalelerde bunlarla ilgili çok güzel çalışmalar var. Artık bunlardan bizim vazgeçmemiz lazım. Yanınıza bir hurma alırsınız, yersiniz. Bir tatlandırıcıdır bu, bunu yersiniz ya da üzüm kuru üzümle çay içebilirsiniz. İç Anadolu Bölgesi’nde pekmezlerimiz çok meşhur. Burada da şunu söylemek zorundayım; tamam kahvaltıda çok güzel pekmez gider, seviyoruz ama lütfen bunu çayla beraber hiç yemeyelim. Çünkü, pekmez kansızlık gidericidir. Eğer siz çayla beraber yerseniz o çaydaki kimyasal bir madde var. O pekmezdeki demirle etkileşime girerek sizi demir eksikliğine götürür. Birazcık daha ne yapmamız lazım? Şuurlu hareket etmemiz lazım.
Ev baklavaları dedik biz seviyoruz. Tamam ev baklavalarınızı yapın ama şimdi glikozu şerbetle yapıyorsanız, şeker koyacaksanız biraz limon katmak lazım. Neden firmalar fruktoz tercih ediyorlar. İki neden tercih ediyorlar. Bir ekonomik, daha ucuz çünkü. İkincisi de fruktozun kristallenmesi çok geç. Bu ne demektir? Şimdi sen eğer glikozu, sakkaroz dediğimiz işlemi yaptığınız zaman hemen kristallenir ama fruktozlu şurup kaptığınız zaman bunda bir kristallenme olmaz. Fruktozlu şurupları, fruktozlu içecekleri artık tavsiye etmiyoruz. Hayatımızda mümkün olduğu kadar kaldırmak zorundayız. Karaciğer bir dile gelse herhalde çok büyük şeyler söyler. Karaciğer yağlanması demek vücudunuzun organizması tamamen belli bir deformasyona doğru gidecektir. Obez olacaksınızdır. Şeker hastalığını yakalayacaksınız. Trigliserid oranınız fazla olacaktır. Onun için sağlıklı bir hayat, doğal bir hayat bizim için her zaman çok önemlidir.”
-
Köşe Yazıları3 ay önceMikroplastikler: Organlarımızdan Beynimize Sinsice Yürüyen Tehlike
-
Köşe Yazıları1 ay önceÇankırı Tuz Mağarası: Yer Altında Saklı Bir Şifa ve Kültür Hazinesi
-
Köşe Yazıları2 ay önceŞehidin Helvası Sizin Ocakta Kavrulmadıkça
-
Köşe Yazıları3 hafta önceIsınan Dünya, Hastalanan İnsan
-
Haberler2 ay önceAlıç toplanmaya başlandı…Prof. Dr. Hamdi Temel: “Her şekilde şifalı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim”
-
Genel2 ay önceŞekerin Gerçek Yüzü: Tatlı mı Zehir mi?
-
Köşe Yazıları3 ay önceSoframızdaki Nitrat ve Nitrit Gerçeği: Dost mu, Düşman mı?
-
Köşe Yazıları2 hafta önceKirlenen Hava, Solan Hayat
