Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

ELLERİMİ UZATSA İDİM!

Yayınlanma

Tarih

25 yıl… Daha dün gibi geçti hatıralarımdan, ilk gelişimi hatırlıyorum da beni ne kadar heyecanlandırmıştın Diyarbakır. Hani derler ya: “Diyarbakır geleni de ağlatır, gideni de” diye benim için de aynen öyle olmuştu… Hüzün kokan duygular ile gelmiştim sana. Öyle bir kucak açtın ki bana, hala gidemiyorum benim şanlı sur şehrim. 25 yıl, aslında bir ömür bile diyebiliriz; çünkü gençliğim burada geçti, hüznümün en derinini de mutluluğumun en büyüğünü de sende yaşadım Diyarbakır… Hani “Anlatsam bir roman olur” derler ya, cilt cilt roman olur hem de sende yaşadıklarım. Bir sanattır Diyarbakır’da yaşamak… Diyarbakır’ı yaşamak gönül işidir… Karadeniz kadar çalkantılı, Ege kadar ışıltılı, Akdeniz kadar sıcak geçmişten geleceğe köprü teşkil eden bir mozayiktır… Bir anı bir anına uymayan, her an bir aksiyon yaşanabilecek bu şehir macera tutkunları için biçilmiş kaftandır adeta…

Ben kendi memleketimden hiç ayırt etmedim bu tarih şehrini. Hep burada kalacakmış gibi büyük projeleri hayata geçirmeye çalıştım, yaptıklarımı tasdik eden de oldu, eleştiren de… Hiç yılmadım, hep yeni şeylere adım attık ekibimle… Cesurca… Destek olanlara kucak açtık gönlümüzle birlikte ve asla vazgeçiremedi köstek olanlar da…

Yılgınlığa düşmeyi yakıştıramazdık ki kendimize; 27 şehit sahabeyi barındıran Diyarbakır’da onlara olan borcumuzun sorumluluğunu taşıyorduk omuzlarımızda… Kur!’an-ı Kerim’de adı geçen 27 peygamberden ikisi; Zülkifl ve Elyasa (a.s.) yanyana yatıyordu Diyarbakır’ımızda… Onların soluğunu hissederken ruhumuzda nasıl vazgeçebilirdik hizmetten… Her tökezlememizde ya da bize engeller çıkaran, köstek olanlarla karşılaştığımızda en büyük gücü alıyorduk bu maneviyattan ve her düşüşümüzde daha bir şevkle ayağa kalkarak hizmetlerimize devam ediyorduk gönlümüzle bağlı olduğumuz 33 medeniyete ev sahipliği yapmış bu güzide şehre…

Diyarbakır Ulu Camiye gittiğiniz zaman hele de Cuma Namazını Hafız Ali hocanın elinde temsili kılıcı ile okuduğu hutbeyi de dinlemiş iseniz, verdiği ruhani zevki bir ömür boyu unutamazsınız. Ulu Cami ki 4 mezhebin aynı anda namaz kılabildiği bir kutsal mekan, bu bile Diyarbakır şehrinin bir hoşgörü şehri olduğunun ispatıdır.

Hazreti Süleyman Cami… Dillere destan bir cami. Bu tarih kokan şehre gelen misafirlerin ilk olarak götürüldüğü ve 27 şehit sahabi için fatihaların okutulduğu tarihi mekan. Öylesine mistik bir havası vardır ki ruhunuzu temizlendiğini hissedersiniz. Başka bir tat, bambaşka bir haz yaşarsınız burada ibadet ederken. Manevi hazzın doruk noktaya çıktığı bu yerde dünya ile ilgili her şeyi itersiniz elinizin tersiyle… Alnınız secdeyle buluştuğunda zamanın durmasını dilersiniz…

Tarih boyunca onca medeniyete kucak açmış Diyarbakır’ın müzelerini de anlatmanın mümkün olmayacağını tahmin edersiniz, gelip görmek lazım dillere destan müzelerimizi… Yaşam hikayelerinin, hizmetlerinin nesilden nesile anlatıldığı ne güzel insanlar gelmiş geçmiş; Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı, Ahmet Arif … Müzeleştirilen yaşam alanlarınızın duvarlarına sinmiş ne hikayeler var, kim bilir… Ben o müzelerde hissettiklerimi dahi dile getirmekten acizken nasıl anlatılır o maneviyat…

Özgürlüğü iliklerinize kadar hissettiren o surlara ne demeli? Kanatlanıp uçmak istersiniz surların üzerinden şehre bakarken mutluluklar diyarına… Diyarbakır’ı surlardan temaşa etmenin mutluğu nasıl anlatılabilir ki; ben bilmiyorum…

Diyarbakır surlarından gözünüze ilk çarpan Dicle nehridir. O tarihini okuduğumuz; şırıl şırıl akan gür gür gürleyen nehir şimdilerde derin bir hüznün sessizliğiyle akmakta… Ah benim asil Dicle’m… Dile gelsen, bir dile gelsen kim bilir anlatacağın ne öyküler var sularında… Görmediğimiz, duymadığımız ve anlamakta zorlandığımız… Hepsi bir sır bağrında, kimi zaman acısına dayanamayıp coştuğun… Ama ne olur böyle hüzünle akma artık, sevinçle coşsun suların, tüm acıları alıp götürsün… Alıp götürsün üzerimizdeki karabulutları, yeniden mutlulukla gülümsesin güneş gökyüzünde.

Geçtiğimiz günlerde yakılan sadece o Kurşunlu Cami değildi, yüreğimdi yanan, insanlıktı, çaresizlikti…

Hayatımda ilk defa burada yediğim, yemekten de vazgeçemeyeceğim ciğer ve kaburgalar eskisi kadar tat vermiyor artık bana… İçimi acıtıyor Diyarbakır’a yaşatılanlar… Kolu kanadı kırıldıkça, kanatıldıkça yaraları yediklerim boğazımda bir yerlere takılıyor, kalbim sızlıyor bu tarih kokan şehre baktıkça…

Ellerimi uzatsaydım, Diyarbakır surlarından daha da büyüseydi iki elim ve seni ben korusaydım Diyarbakır… Ama naçar… Yapamıyorum… Bu günlerde geçecek; biliyorum… Biliyorum ama sen… Sen bizi affedebilecek misin Diyarbakır’ım?…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş