Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Önce Vatan

Vatan üzerine yazdığım bir makale

Yayınlanma

Tarih

Yıllar önce büyük bir zevk, heyecan ve gözyaşları ile izlediğim ve hiç unutamadığım Namık Kemal in yazdığı “Vatan Yahut Silistre” aklıma geldi. Olaylar 1853 yılında cereyan ediyordu. Osmanlı Devleti ve Rusya arasında başlayan Kırım Savaşı nda gönüllü olarak orduya katılan İslam Bey ile onun peşinden Silistre’ye giden Zekiye adlı genç kızın aşkı etrafında gelişiyordu. Silistre Kalesi, 15 Mayıs 1854’te Rus ordusu tarafından kuşatılmış ve imparatorluğun her yerinden gelen gönüllüler çok zor şartlarda kaleyi savunmakta idi. Zekiye, büyük bir cesaret örneği göstererek erkek giysilerini giymiş Adem ismi ile gönüllülerin arasına karışıyor. Sevdiği İslam Bey yaralandığında ise ona bakıyor. Yaralı halde İslam Bey, Zekiye hanım ile birlikte vatanları için düşman cephanesini ateşlemeye gidiyorlar. Kuşatma, haftalarca süren yoğun çarpışmalardan sonra Müslüman askerlerin kahramanca direnişi sayesinde kaldırılıyor. Döndüklerinde kuşatmanın kaldırıldığını gören Zekiye hanım ile İslam Bey bu mutluluk içinde yapılan düğünle evlenirler. Sevinç ve hüznü yaşadığım bir sahne idi… Vatan kelimesinin tılsımını düşündüm. Vatan… Ne kutsal bir kelime. Eminim, hangi görüşten olursak olalım “Vatan” kelimesini duyunca herkes “En çok ben seviyorum” der. Vatan üzerine ne romanlar, şiirler ve makaleler yazılmış. Her biri, bir birinden duygusal. Okudukça, o anları yakalarcasına gözlerimizden sicim gibi yaşlar akar. “Devamı devlet, nasibi cennet” diye her yemek sonrası dualarımız ile vatanımızı yad etmişiz. Sevdiğimiz kızdan bile üstün tutmuşuz bu yüce varlığı… Hatta ve hatta “askerliğini yapmayana kız verilmez” cümlesi bu yüzden darb-ı mesel olmuş. Vatanı koruyan askerlerimizi yüreğimizin taa derinine koymuşuz. İstiklal Marşımızın ana teması da bu olmuş ” Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?” demiş o meşhur şairimiz Mehmet Akif… Günümüzde ise, sanki bu günlere atıf yapılacak şiirler de söylenmiş. Necip Fazıl, Sakarya Türküsü şiirinde; “Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir”. mısralarını dize getirmiş. Orhan Veli ise “Neler yapmadık şu vatan için! Kimimiz öldük; Kimimiz nutuk söyledik” demiş… Ne yazık ki, bu güzelim kelime günümüzde önemini yitirmeye başlamış. Vatan ile ilgili filmlerde bile ya mizaha girmiş, ya da aşkın yanında içinde erimiş gitmiş. Çocuklarımızın Vatan kelimesinden çıkardıkları mana çok farklı olmuş. Kişisel menfaatlerini ülke menfaatinin önüne koyan insanlar türemiş. Bir yozlaşma almış başını gitmiş… Ne yazık ki reklamlarda bile Vatan kelimesini hafifleştirmişiz, Vatan ta ta ta tannn… Biz böyle değildik, “Komşun açken sen tok olamazsın” demişti atalarımız. Şimdi soğuk uzun kış gecelerinde soğukta donan ve titreyen çocuklara bile sadece bakarak evimizin yolunu tutup geçip gitmişiz. Donan eşekler daha bir haber olmuş. Oysa Mehmet Akif ne güzel söylemiş, nasıl bir sorumluluğumuzun olması gerektiğini; Kenar-ı Dicle de bir kurt aşırsa bir koyunu, Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer den onu… Hepimiz sorumluluklarımızı başkasına atmışız. Neme lazımcılık almış başını gitmiş. Ta ki ucu bize dokunana kadar. Ucu bize dokununca da basmışız feryadı figanı. Silkelenme vakti geldiğini hatırlatsak, sen çalış ben yiyeyim mantığından uzaklaşsak, ne güzel olur değil mi?… Bazen, daha büyük davalar sandığımız şeyler için kendimizi ve ailemizi unutabiliyoruz. Sonra arkamıza baktığımız zaman, geri dönülemez yıllara girmişiz. Ama ok yaydan çıkmış bir kere. Düzeltmemizde imkansızlaşıyor. Yol yakınken önce kendi hatalarımızı ve ihmal ettiğimiz çocuklarımızı düzeltmek ile başlasak ? Ne dersiniz?…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Büyüknefes: Yozgat’ın Saklı Tarih Hazinesi ve Tavium Antik Kenti

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçtiğimiz hafta sonu, çocukluk arkadaşlarımla birlikte Yozgat merkeze bağlı Büyüknefes Köyü’nde bir gezi yapma fırsatı buldum. Tarihin derinliklerinden gelen zenginliklerle dolu bu köy, adeta saklı kalmış bir tarih hazinesi gibi. Her taşında, her kalıntısında geçmişin izleri var. Ancak ne yazık ki, bu kıymetli mirasın hak ettiği ilgiyi görmediğini, bakımsız ve ihmal edilmiş olduğunu görmek beni çok üzdü. İnşaAllah bu yazım, ilgili resmi kurumları harekete geçirir ve Büyüknefes, Türkiye’nin en dikkat çeken turizm merkezlerinden biri haline gelir.

Yaptığım literatür okumalarım doğrultusunda, Büyüknefes’in tarihi ve kültürel zenginliğini aşağıda özetlemeye çalıştım. Umarım ilgiyle okur ve beğenirsiniz.

Büyüknefes Köyü ve çevresi, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve ilk yazılı kayıtlarda 640 yılında Yunanca kökenli “Távion” ismiyle anılmış, 1740 yılında ise Asurca kökenli isim ile geçmiştir. Günümüzde ise 1928 yılından beri “Büyüknefes” adı kullanılmaktadır. Köyün hemen dışında yer alan Tavium Antik Kenti, antik Galatia ülkesinin üç başkentinden biri olarak büyük önem taşır.

M.Ö. 3. yüzyıldan 1. yüzyıla kadar Galatlar tarafından kurulmuş olan Tavium, İç Anadolu’nun önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuştur. Hititler, Frigler, Roma ve Bizans gibi birçok medeniyetin izlerini taşıyan kentte ne yazık ki kapsamlı kazı çalışmaları yapılmamıştır. Bölgedeki yüzey araştırmaları 1997 yılından beri Avusturya Klagenfurt Üniversitesi’nden Prof. Karl Strobel liderliğinde devam etmiş, bu süreçte seramik parçaları, sütun kalıntıları, mezar taşları ve yazıtlar gibi birçok önemli buluntu ortaya çıkarılmıştır. Ancak şu an için bu çalışmaların hâlâ devam edip etmediğine dair güncel bir bilgiye ulaşamadım.

Prof. Strobel’in araştırmalarıyla bölgeye dair şu önemli medeniyet bilgileri ortaya çıkmıştır:

  • Frigler: Bölgedeki yerleşimlerde oval ve yuvarlak şekillendirilmemiş taşlar kullanmış, ancak bölgede fazla tutunamamış ve bıraktıkları tarihi izler sınırlıdır.
  • Hititler: Kayalara kutsal anlamlar yükleyip onları işlemiş, yerleşimlerini kayaların bulunduğu noktalara kurmuşlardır. Bölgede hala Hititlere ait olduğu düşünülen çeşmeler bulunmaktadır.
  • Galatlar: Bölgenin en uzun süre hakimiyeti altında olan savaşçı bir topluluktur. Taş ve mermer işçiliğinde ustalaşmış, Helen yazılarını ve sembollerini kullanmışlardır. Boğa kafası onlar için kutsal bir simgedir; köyün merkezindeki çeşme ve açık hava müzesindeki birçok eser Galatlara aittir.

Tavium ve Büyüknefes, Kalkolitik Çağ’dan İslam Dönemi’ne kadar uzanan geniş bir zaman dilimine ait yerleşim izlerini barındırır. Bu da bölgenin sadece Yozgat değil, Türkiye’nin de önemli kültür ve tarih miraslarından biri olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu alan, ulusal ve uluslararası düzeyde ses getirecek şekilde korunmalı, tanıtılmalı ve değerlendirilmeye başlanmalıdır.

Büyüknefes Köyü’nde bulunan tarihi çeşmenin taş blokları ve üzerindeki Arapça kitabeler, geçmişin mimari ve kültürel zenginliğinin somut örneklerindendir. Ancak ne yazık ki bu eserler bakımsızlık nedeniyle hak ettiği ilgiyi görmemektedir.

Bölgede tespit edilen 280’in üzerindeki höyük, antik yerleşim alanları, kaya oyukları ve tümülüsler, Büyüknefes ve Tavium’un adeta bir açık hava müzesine dönüşme potansiyelini gözler önüne sermektedir. Valilik ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün destekleriyle köy konağı çevresi koruma altına alınmış, antik eserler burada sergilenmeye başlanmıştır. Bu tür çalışmaların artarak devam etmesi, bölgenin turizm potansiyelini önemli ölçüde artıracaktır. Hatta köydeki bazı evlerin duvarlarında bile tarihî nitelikte taşlar görmek mümkündür.

Sonuç olarak, Büyüknefes ve Tavium, tarihimize, kültürümüze ve geçmişimize ışık tutan çok değerli miraslardır. Bu güzide beldenin korunması, restorasyonu ve tanıtımı için hem yerel yöneticilerin hem de bizlerin sahip çıkması şarttır. Umarım yakın zamanda Büyüknefes, hak ettiği ilgiyi görür ve hem Türkiye’den hem de dünyadan tarih ve kültür meraklılarının uğrak noktalarından biri haline gelir.

Kaynaklar:

  • Yozgat İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Arşivi – Yozgat Müze Müdürlüğü Arşivi
  • Akarsu, Babür M., 2016. I. Uluslararası Bozok Sempozyumu, 1. Cilt, Yozgat, S. 75-80.
  • Erdoğan E., Temizel S. II. Uluslararası Bozok Sempozyumu ”Yozgat’ın Turizm Potansiyeli Ve Sorunları”, Yozgat, Türkiye, 4 – 06 Haziran 2017.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Unutulmaz Bir Anadolu Durağı: Muş Seyahatim

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Uzun yıllar Diyarbakır’da yaşamış biri olarak, Muş ilini ve Muş Alparslan Üniversitesi’ni ziyaret etme fırsatım hiç olmamıştı. Bir gün, Prof. Dr. Mustafa Böyükata hocamızdan bir teklif geldi:
“Hocam, Muş’ta proje eğitimi vereceğim. Gelmek ister misiniz?”
Bu davete hiç düşünmeden “Evet” dedim. Ankara’dan Muş’a doğru yola çıkmamızla birlikte, unutulmaz bir yolculuğun kapıları da aralanmış oldu.

Muş Havalimanı’na indiğimizde, bizi Türkiye’nin en büyük ovalarından biri olan o büyük ve düz Muş Ovası karşıladı. Allah’ım, ne muhteşem bir manzaraydı! Daha önce Roma’nın köylerini hayranlıkla izlemiş biri olarak içimden şöyle geçirdim: “Benim memleketimde de ne güzel yerler varmış da bu zamana kadar görememişim.” Gerçekten de gelmediğime pişman oldum.

Nisan ayında Muş’un sabahı karlı, öğleni güneşli, akşamı ise serin… Sanki tek bir günde dört mevsimi yaşadık. Küresel iklim değişikliklerini iliklerimize kadar hissettik. Ne giyeceğimizi biz bile şaşırdık.

Muş’un tarihi derinliğini hissettiğiniz ilk yer, elbette Malazgirt Savaşı’yla özdeşleşmiş Selçuklu eseri 12 gözlü Murat Köprüsü oldu. Karlı bir havada bolca fotoğraf çektik ve köprüyü baştan sona adımladık. Her taşında bir tarih, her adımında bir hikâye vardı.

Sanayisi sınırlı olan Muş, tarım ve hayvancılıkta büyük bir potansiyele sahip. O uçsuz bucaksız tarlaları görünce, buranın verimli şekilde değerlendirilmesiyle ülkemize ne büyük katma değer sağlayabileceğini hemen fark ediyorsunuz. Sofralarında da bu zenginliği hissediyorsunuz zaten. Üç gün boyunca et yemekleri, taze salatalar ve yöresel lezzetlerle adeta bir lezzet şöleni yaşadık.

Bir hocamız, caddeleri gezerken tanıştığı Muşlu bir amcanın evine yemeğe davet edilmesinden bahsetti. Bu da bölge insanının ne kadar içten ve misafirperver olduğunun en güzel göstergesiydi.

Şehrin bazı caddeleri, Muş’un simgesi haline gelmiş kırmızı renkli ve mızraksı yapıya sahip Muş lalesiyle süslenmişti. Bu lale, geçmişte mimaride, çeşmelerde, camilerde ve türbelerde süsleme motifi olarak da kullanılmış. Yerel halk, “Keşke lale şölenimize denk gelseydiniz” diye defalarca dile getirdi. Demek ki bu topraklarda sadece doğa değil, gelenek de çiçek açıyor.

Tarihi Alaeddin Bey Çeşmesi, Alaeddin Bey Camii, Ulu Cami, Hacı Şeref Camisi, türbeler, manastırlar, kiliseler ve Yıldızlı Han gibi pek çok yapı, her biri ayrı bir tarih kokusunu yüreğinize işliyor. Şehir merkezinden bile rahatça görebileceğiniz, horasan harcı ve siyah taşlarla yapılmış Malazgirt Kalesi ise sanki dağların üzerinden size el sallıyor.

Üç günlük seyahatimizde ancak bu kadarını gezebildik. Eğitimler, konferanslar ve söyleşilerle dolu dolu geçen programda zaman nasıl geçti anlayamadık. Hem ruhen hem zihnen dolduk. Bu güzel davet için ve misafirperverliği için Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Alican hocamıza içten teşekkür ederim. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kenan Yıldırım hocamız ise her an yanımızdaydı. İlgi ve alakaları bizleri çok mutlu etti.

Muş’tan kalbimizde sıcacık anılarla ayrıldık. Eminim, ilk fırsatta tekrar bu güzel topraklara döneceğim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Kenevir ve Kanser İlişkisine Dair Bilimsel Bulgular Hâlâ Yolun Başında

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Yıllardır çeşitli alanlarda adı anılan bir bitki var:

Kenevir…

Kimilerine göre uyuşturucu, kimilerine ve bana göre ise doğadan gelen bir şifa kaynağı.

Özellikle son zamanlarda kanserle mücadelede adı daha sık anılıyor. Her gün en az bir bilimsel makale yayınlanıyor.

Peki ama gerçekten kenevir, bu amansız hastalığa karşı elimizdeki doğal bir şifa kaynağı olabir mi?

Editörlüğünü yaptığım, “Sağlık Bilimleri Açısından Kenevir” isimli kitabımızda da belirttiğimiz gibi, bilimsel araştırmalar kenevirin içeriğinde yer alan “kannabinoid” isimli maddenin, bazı tümör hücrelerinin gelişimini baskılayabildiğini ortaya koyuyor. Laboratuvar ortamında yapılan (in vitro) ve hayvanlar üzerinde gerçekleştirilen (in vivo) deneylerde, bu maddelerin kanser hücrelerini yavaşlatabildiği hatta yok edebildiği gözlemlenmiş. Ancak elbette bu bulguların insan üzerindeki etkilerini netleştirmek için çok daha fazla sayıda ve kapsamlı klinik çalışmalara ihtiyaç var.

Şu ana kadar yapılan insan deneyleri sayıca oldukça az, yetersiz ve yöntem açısından oldukça değişken. Bu da kesin bir sonuca ulaşmamızı güçleştiriyor. Üstelik kenevirin tümör hücrelerine etkisi çift yönlü olabiliyor, yani bazı durumlarda fayda sağlarken bazı durumlarda istenmeyen etkiler de gösterebiliyor.

Ancak tüm bu zorluklara rağmen, elimizdeki veriler kenevirin en azından destekleyici (adjuvan) tedavi olarak kullanılabileceğine işaret ediyor. Özellikle bağışıklık sistemi ve endokannabinoid sistem arasındaki etkileşim, kanserle mücadelede yeni bir kapı aralayabilir.

Elbette kenevirin bir “mucize” olarak sunulması da doğru değil. Ama bilimsel veriler ışığında değerlendirilirse, bu kadim bitkinin modern tıpta yer bulabileceği de bir gerçek. Bulmaya başlamışta zaten.

Kısacası, kenevir ne sadece bir uyuşturucu ne de sadece bir ilaç… Doğru bilgiyle, doğru dozda ve doğru amaçla kullanıldığında insanlığa fayda sağlayabilir.

Yeter ki bilimin ışığında ilerleyelim ve akademik çalışmalara devam edelim.

Kaynak

Karadağ A. Temel H., Sağlık Bilimleri Açısından Kenevir, Çukurova Nobel Tıp Kitapevi, 2022.

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş