Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Kırmızımı alıver gitsin

Yayınlanma

Tarih

Uzun zamandır renklerin dilini merak etmişimdir, etrafımdaki insanların her zaman sordukları sorulardan biridir “gerçekten acaba renklerin de dili var mıdır?” Bizlere ne demek istiyorlar? veya şöyle de diyebiliriz; “Renkler olmasa idi acaba hayatımızda neler değişecekti?” Düşünün çevrenizdeki her şeyin beyaz ya da gri tonlarda olduğunu… Hepimiz, “ne kadar saçma olurdu değil mi?” diyeceğiz.  Oysa renklilik hem hayatımızı kolaylaştırmış, hem de bize verdiği manalar çok farklı olmuş. Allah’ın bir mucizesini daha buradan çok rahat görebileceğiz.

Bu gün kırmızı renk hakkında bilgileri sizler ile paylaşmak istiyorum. Dilimizde kırmızı renge; al yada kızıl da demişiz. Kırmızı ışın frekansı en düşük, dalga boyu da en büyük olduğundan dolayı ilk gözümüze çarpan renk, yani albenisi olan, her yerde dikkati kendine doğru çekebilen bir renktir o. Hani derler ya;  “Üç kuruş fazla olsun ama kırmızı olsun” darbımesel olmuş dilimizde. Odalarımızda, giysilerimizde veya kitaplarımızda hep ağırlıktadır kırımızı renk, yada hiç düşünemeyeceğimiz bir tarzda da çıkıverir bu ihtişamlı renk.

Enerjinizin düştüğünü hissediyorsanız, hemen kırmızı ortamlarda bir şeyler yiyin ve ya için, size ayrı bir enerji ve tutku verecektir.

Bayrağımıza da rengini veren kırmızı, hakimiyet duygularınızın ortaya çıkmasını da sağlar.

Eğer iştahınızın açılmasını istiyorsanız, kırmızı rengin ağır olduğu bir ortamda yemeklerinizi yiyin, yada kırmızı ton ağırlıklı bir lokantayı tercih edin, çünkü müthiş iştah açıcıdır, zayıflamak isteyenlerde kesinlikle bu ton renkli yerlerde bir şeyler yemesinler.

Ama şunu da söylemek zorundayım ki, müthiş bir şekilde tansiyonun yükselmesine de neden olabiliyor. Yani, tansiyon hastaları renk yönünden ağırlıkta olan kırmızılı ortamlardan uzak dursunlar. Burada boğaların neden kırmızıya saldırdığı da merak edilebilir, ancak renk körü olan boğalar bildiğimizin aksine kırmızı renge değil sallanan beze saldırırlar.

Karşınızdakini etkilemek istiyorsanız da kırmızı giyin derim, eğer iş odaklı değil de ben odaklı olayım diyorsanız vazgeçilmez renktir kırmızı. Çünkü karşınızda ki kişi artık kırmızı renk ile uğraşmaktan başka şeye konsantre olamayacaktır. Önemli bir sunum yapıyorsanız ve sunuma odaklanılmasını istiyor iseniz, kırmızıdan uzak durun.

Çocuklarınızı eğlendirmek istiyorsanız da kırmızı renkli oyuncaklar alın, diğer renksiz oyuncaklardan ne kadar farklı bir şekilde oyunlar oynadıklarını veya daha fazla vakit geçirdiklerini göreceksiniz. Fakat odalarının kırmızı tonda olmamasına dikkat edin, gözlerini yormasınlar.

Kendinizi hala genç görmek istiyorsanız kırmızılı şeyler giyinin, sizin genç olduğunuzu hem karşınızdakine hem de kendinize hissettirecektir. Böylece yıllara meydan okuyacaksınız. Yada kırmızı bir spor arabası alın, yollar sizin…

Yakın mesafeli yerlerde kırmızı levhalı işaretleri de bolca görürsünüz.  Çünkü göz ilk o levhaya odaklanır.

Özellikle devamlı oturduğunuz odalarda yoğun kırmızı renkli eşyaların olmasını tavsiye etmiyorum. Çünkü devamlı kırmızı renkler ile gözlerinizin temasta olması, sizleri müthiş bir şekilde duyarsız yapabilir ya da kabalık duygularınızı arttırabilir, hatta saldırganlaşabilirsiniz bile, benden söylemesi…

Kırmızı renkli sebze ve meyveleri de hayatınızdan asla çıkarmayın. İçerdikleri flavanoid ve likopenden dolayı bazı kanser türlerinin, kalp rahatsızlıklarının, nörolojik rahatsızlıkların oluşumunu engelleyici özellikleri de olduğu bilinmektedir.

Kırmızının cazibesi hayatın önemli bir parçası ve bir o kadar da riski… Bu albenili rengi hayatınıza dahil ederken zekice düşün derim…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş