Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Ferhat gibi sevmek

Yayınlanma

Tarih

Sorgun’dan Amasya’ya geçerken, halk arasında “Ferhat Şirin Dağları” olarak adlandırılan sıra sıra dağlara gözleriniz takılıverir. O an herkesin aklından geçen soru şudur: Acaba gerçekten Ferhat, Şirin için bu dağları delmiş midir? Yada şöyle mırıldanıverirsiniz; “nasıl bir aşktır bu?”. Düşünceler sarar zihninizi, maziye dalarsınız; kiminiz çocukluk yıllarına, kiminiz unutamayacağınız kişilere… Kiminin gönlünde “Hakiki Aşk” vardır, kiminde çok sevdiğini belirttiği “Mecazi aşk” yada “çocuklar, şan, şöhret, para…”  Bu listemiz uzar gider.

Ferhat ile Şirin hikayesi Azerbeycan’ın Erzen kentinde başlar. O dönemin kadın hükümdarı, kız kardeşi Şirin için bir köşk yaptırmak ister. Süsleme işini de süsleme ustası  (Nakkaş) Ferhat’a verilir. Gel gör ki Ferhat çalışırken Şirin’i görür ve ona aşık olur. Fakat Ferhat’ı gören Hükümdar Banu hanımda Ferhat’a aşıktır. Onların evlenmesine şiddetle karşı çıkar ve izin vermez. Ferhat Anadolu gezisi sırasında Amasya’ya uğrar ve Hürmüz Şah ile tanışır, derdini ona anlatır. Hükümdar çok sevdiği Ferhat’a sahip çıkar. Şirin’i istemek için Erzen kentine beraberce giderler, ama ne mümkün? Banu hanım Şirin’i asla vermez ve iki hükümdar arasında sonunda savaş çıkar. Banu hanım yenilir ve kaçar gider. Şirin’i Amasya’ya getirirler. Şirin’in kaderidir bu ki Amasya Hükümdarının oğlu da görür görmez Şirin’e aşık olur. Hürmüz Şah için çok zor bir dönem başlar, bir tarafta oğlu, diğer tarafta çok sevdiği Ferhat… Gönlü oğlundan yana kayar ve Ferhat’a yapamayacağı çok zor bir görev verir. O sıralar susuz şehir olan Amasya’ya karşı dağı delerek su getirmesini ister. Bu gerçekten çok zor bir görevdir ama Ferhat içindeki aşk ateşinin ne kadar yandığını bilir ve hiç düşünmeden emri alır almaz yola koyulur, başlar dağı delmeye… Aslında Ferhat’ın attığı her adım takip edilmektedir. Dağı deleceği ve suyu getireceği anlaşılır. Hükümdar dayanamaz ve yaşlı bir kadını Ferhat’ın yanına göndererek “Şirin öldü” dedirtir. Bu habere inanan Ferhat elindeki gürzüyü havaya fırlatır ve düşen gürzünün altında kalarak oracıkta can verir. Şirin’de bu haberi alır almaz hançerini kendine saplar ve bahçesinde canına kıyıverir. Bu inanılması güç olan aşka tüm halk sahip çıkar ve ikilinin mezarını yan yana yaparlar. Söylentilere göre Ferhat’ın başında Kırmızı bir gül, Şirinin başında beyaz bir gül ve ortalarında diken çıkıvermiştir.

İşte böyle destansı bir öyküdür Ferhat ile Şirin aşkı. Her yaz Amasya’da bu hikaye canlanıverir içimde. Sevgisiz ve aşksız bir Dünyanın olamayacağını bilenlerdenim. Mecazi Aşktan da Hakiki Aşka geçen çok kişi tanırım. Herkesin içinde sevgi tomurcuğunun olduğuna inanıyorum yeter ki o tomurcuğu besleyelim, büyütelim… Eminim içimizdeki sevgi tomurcuğu yetiştiği zaman, bir karıncayı bile incitemeyecek hale geliveririz. Şu zamanda naylondan aşklar türedikçe içimizdeki sevgi ve aşk tomurcukları da yeşeremiyor. Sevgisiz bir toplum oluyoruz. Kadınlara şiddeti duyunca içim acıyor, canım yanıyor. Tacizler ve cinayetleri televizyondan izleyince yumruklarımı sıkıyorum. Neden hala yasalarımız suçluları koruyor diye, mazlumları da koruyacak yasalar neden çıkmıyor diye hayıflanıyorum kendi kendime…

“14 Şubat Sevgililer Günü” ben de bu duyguları uyandırdı. Umutsuz değilim, karamsar ise hiç değilim, toplum olarak tekrar içimizdeki sevgiyi yeşerteceğimize inanıyorum, Aşksız bir dünya ise olamayacak biliyorum. Böyle özel günleri tek bir güne de sıkıştırmayı sevmeyenlerdenim. İçimizdeki sevgilerin çoğalması dileği ile …

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş