Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

FAVORİM JAPONYA

Yayınlanma

Tarih

Başlığa bakıp “Nerden çıktı şimdi bu?” diyenler olabilir. Fakat, Japonya-Yunanistan maçını seyredenler eminim ne demek istediğimi anlamışlardır. Doğrudur; futbol kazanmak üzerine kurulu bir maç stilidir. Maçı kazanmak için, bütün varını yoğunu ortaya koyarsın. Sadece güç yetmez,  teknik de yetmez; sahanın iyi olması, seyircilerin coşturması, iyi bir hakem olması vs., gibi faktörleri de göz ardı edemeyiz. Şunu da unutmamalıyız ki maç bittikten sonra, çok zor olsa da normal hayatımıza dönebilmeliyiz. Futbolda yenmek kadar yenilmenin de normal olduğunu kabul etmeliyiz. Çok zor olduğunu biliyorum, dünyada fanatiklik gün geçtikçe artmakta, önlenemez şiddet sınırlarını zorlamaktadır. Ama Japon seyircileri görünce hiç de zor olmadığına gözlerimizle şahit oluyoruz. Müthiş ümit duydum, içimde bir sevgi yumağı oluştu. Yunanistan-Japonya maçından sonra, Japon seyircilerin bırakın kendi çöplerini Yunan seyircilerin bile çöplerini toplamaları takdire şayandı. Hiç bir taşkınlık da olmadı. Aslında tüm dünyaya medeniyeti, insani özellikleri ve bozulmamış saygınlıklarını bir kez daha gösterdiler. Şahsım adına tebriklerimi iletiyorum. İyi ki varsınız. Aslında, Japonya’ya gittiğinizde Japon milletinin ne kadar saygılı olduğunu daha havaalanında hissetmeye başlıyorsunuz. O kadar ilgileniyorlar ki sizle, ilgiden sıkılıyorsunuz.  İçinizden “Artık bırakında arkada oluşan kuyruk ile ilgilenin.” diye geçiriyorsunuz. Düşünün Türkiye’de olsa hemen arkadan bir ses duyulur; “Lütfen acele edelim.” Lokantalarında, alışveriş merkezlerinde kısaca her alanlarında, sizleri sevgi yumağı ile karşılıyor Japonlar. Gülücükleri hep simalarındadır. Dillerini anlamasanız bile size iyi niyetler beslediklerini hemen hisseder, bir anda samimi bir arkadaş oluverirsiniz.

Dünya futbol müsabakalarını çok izleyemiyorum. Ama yine de bir “ah” çekiyorum; keşke Milli Takımımızda şimdi Dünya Şampiyonasında oynasaydı, Fatih Terim’in hırsını hissetse idik. Kendine has güveni ile herkese meydan okuyan tavrını canlı canlı seyretse idik. Ya “Burak Gollll… ” diye spikerlerimiz bağırsa sokaklara dökülse idik ya da “90’a giden golü Volkan bir panter çevikliği ile kurtardı” lafları ertesi günkü tüm sohbetlerimizi süslese idi. Emre’nin bitmez enerjisi ile yerimizde duramasak, Arda’nın o engin tekniğine hayran hayran baksa idik, “İşte dünya futbol arenasında bizim yıldızımızı da görün” diye avaz avaz  bağırsa idik veya diğer güzide oyuncularımızı tek tek adlarını çocuklarımız ile birlikte futbol özelliklerini kritik etse idik. Ama işte olmadı, “başka bahara” deyip yine kendimizi avutalım…

Brezilya maçlarını izliyorum; eski tadında değiller, eskiden şiir tadında futbol teknikleri vardı, göze ve kalbe hitap ederlerdi. Bu maçlarda onu göremedim, Kaka’yı, Ronaldinho gibi futbolcularını gözlerimiz arıyor,  ama yine de favori adaylarımdan.

Almanya her zamanki disiplinlerinden ödün vermiyor. Diyorsun ki “Bunlar hiç mi hata yapmazlar.” ama yapmıyorlar işte. Yine en güçlü şampiyon adaylarından biri…

Fransa yine vakur, çok bilmişleri oynuyorlar ama nedense hep bir şeyler eksikmiş gibi geliyor bana, favorilerimden.

Arjantin deyince hemen Messi diye bağırası geliyor insanın. Attığı gollerde güzel hani… Ama Messi’nin erken yaşta gelen meşhurluğun sorumluluğunu taşıyabilmesi gerekiyor. Tüm dünya çocukları onu örnek alıyorlar. İstese de istemese de attığı her adıma dikkat etmesi gerek, hem oyunculuğunda hem de davranışlarında hata yapmamalı. Turnuvanın en güçlü adaylarından…

Favorilerimden İspanya’nın erken elenmesi aslında sürpriz olmamalı, çünkü tüm oyuncuları artık başarılara doymuş durumda, turnuva bitse de gitsek dercesine oynuyorlar. Onlar olmadan final zevkli olmayacak gibi. İngiliz futbolu her zaman cazip geliyor ama onlarda da eksiklikler var, nedense Milli takımlarında istenilen başarıyı bir türlü yakalayamıyorlar, erken elenmeleri maçların seyrini etkileyecek.

Portekiz deyince de akla hemen “Ronaldo” geliyor. Dünya yıldızı olmanız, çok önemli becerilerinizin olması takımınızı kurtarmaya yetmiyor. Futbol bir takım oyunu, eğer takımınız iyi değilse, siz dünya starı olsanız neye yarar.

Kosta Rika, Belçika ve Hollanda sürprizler yapmaya devam edecekler galiba.

Türkiye Milli Takımı olmasa da futbolun cazibesi çekiyor kendine…

Bence futbolun galibi centilmenliğin zirvesindeki Japonlar… Japon seyircisinin çöplerini toplaması beni olduğu kadar maçları izleyen tüm dünyayı şaşırtmıştır eminim. Oysa olması gerekeni yaptıkları halde… Sporun bir kültür oyunu olduğunu da unutmamalıyız, doğru değil mi?

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş