Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Ben Bir Garip Öğretmenim

Yayınlanma

Tarih

Evet bir 24 Kasım daha geçti, öğretmenler gününü tüm ülkede kutladık. Bildiğim kadarı ile de artık ümitlerini kestikleri için, öğretmenlerimiz kendi kendilerine kutlamayı ve eğlenmeyi tercih etmişler. Yine yılda bir sefer öğretmenlerimizi hatırladık, onlara hak ettikleri değeri veremediğimizi söyledik, aslında çok önemli şahsiyetler olduğunu tasdikledik, methiyeler dizdik, bizler için ne kadar çok önemli olduklarını hatırlattık. Artık bir yıl sonra yine aynı cümleleri tekrarlarız. 

Aslında, son zamanlarda öğretmenlere verilen değer artmış gibi görünse de bu gerçek bir değer mi? Sorgulamak lazım… Aileler çocuklarının önemli olduğunu ve okuması gerektiğini anlamaya başladılar. Artık miras bırakma yerine, iyi bir eğitim ile iyi bir meslek hazırlama gayreti içindeler. Bu da otomatik olarak öğretmenlerimizin değerini artırmaktadır. Özelliklede ilköğretim çağına gelmiş çocuklarımızı okullara yazdırmak istediğimiz zaman herkes de okul ismi değil de tatlı bir öğretmen seçme telaşı başlar. Bu da kaliteli öğretmenlerin ne kadar arandığının bir kanıtıdır. Ancak özenle seçilen öğretmenlere hak ettikleri değeri gösterebiliyor muyuz?

Öyle öğretmenler biliyorum ki kendi çocuğundan çok daha fazla öğrencilerini düşünür, onlara bir şeyler verme gayreti içinde olurlar ve görevlerini kutsal görürler. Eğitime önem veren aileler bilirler ki öğretmen çocuğunu geleceğe hazırlar. Onun ile yoğrulur, onun fikirleri ile hayata tutunur, onun ile filizlenir ve yeşerir. Öğretmeninin ahlakı ile ahlaklanır, onun gibi davranır. El yıkama ve tuvalet alışkanlıklarında bile öğretmenin sözü dinlenir. Hatta anaokullarında çocukları olan annelerden, çocuklarının yaramazlıklarında, ‘akşam, baban eve gelince yaramazlıklarını söyleyeceğim’ yerine ‘yarın sabah öğretmenini arayacağım, yaramazlıklarını tek tek söyleyeceğim, kulağını çeksin’ sözlerini çok daha fazla duyar olduk. 

Peki, birazda öğretmen açısından düşünelim. Türkiye şartlarına göre de bir sınıfta en az 40 öğrenci var. Öğrencilerine ve evli ise ailesine zaman ayırması gerekmektedir. Bazı aileler var biliyorum ki, sadece kendi çocuğu kıymetli olduğu için gece gündüz öğretmenini arar ve bilgi alır. Telefon ile, mesaj ile internet aracığı ile, kısacası her fırsatta öğretmenini aramaktan sıkılmazlar çocuklarının durumlarını sorarlar. 

Bu noktadan bakıldığı zaman, cidden öğretmenlerimizin özverileri paha biçilmez oluyor. Eğitim, ülkelerin mihenk taşlarından biridir ve öğretmenlerimizde eğitimin olmazsa olmazlarından. Hayatımızın vazgeçilemezleri. Bu yükü kaldıran öğretmenlerimizde müthiş popülerler. Fen veya Anadolu liseleri, ya da Özel okullardalar. Cesaretli olan öğretmenlerimiz Özel okulları tercih ediyorlar, başarılı iseler özel derslerle de kendilerine iyi bir hayat sağlayabiliyorlar. 

Madalyonun bir de diğer yüzü var tabi ki. Özelliklede Milli Eğitim camiasında, başarılı olamayan öğretmenler ne yapacak, yada tembel ruhlu öğretmenlerimiz, ne kadar da uğraşırsanız uğraşın, hizmet içi eğitimlere de hazırlasanız, onları modern sistemlere alıştıramazsınız. Onlar öğrendikleri bir şeyi değiştirmeyi asla kabul etmezler. Bir tarafta yenilikçiler, bir tarafta gelenekçiler. Bir performans ödülü gibi bir şey de olmayınca, çalışkan öğretmenlerin değerleri de anlaşılamıyor. Çünkü herkes her zaman şanslı olamıyor. Düşünün siz çok çalışıyorsunuz, gecenizi gündüzünüzü veriyorsunuz, diğer arkadaşınız ise hiç bir şey yapmıyor. İkinizde aynı ücreti alıyorsunuz. Keşke Milli Eğitim, sistemini her seferinde yazboz tahtası yapmak yerine, sadece öğretmenlerin performanslarını artırmaya yönelik yeni projeler üretseler ve tatlı bir rekabet uyandırsalar. Eminim çok daha güzel olacaktır. 

Her yıl öğretmenlerimizin durumlarını düzelteceğiz laflarını duymak istemiyoruz. Adımlar atılmalı, hem sistem rayına oturmalı, hem ekonomik durumun iyileştirilmesinde performansa geçilmelidir. Yoksa öğretmenlerimizin psikolojilerinin bozuk olması direk bizi ilgilendiriyor, televizyonu açıp haberleri izlediğimiz zaman, ne demek istediğimi gayet iyi anlarsınız, haksız mıyım?

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş