Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Asla pes etme

Çalışmanın önemine dair yazım

Yayınlanma

Tarih

“Hiç yanılmadım, 10.000 işe yaramayan yol buldum” (Edison) Ohio kentinde 1847 yılının soğuk bir şubat gününde bir bebek dünyaya gelir. Kim bilebilirdi ki o bebeğin dünyanın sayılı mucitlerinden biri olacağını. İlkokul çağına geldiğinde heyecanla okula yazdırılan bu bebek henüz üç ay olmadan algısındaki zayıflık nedeniyle okuldan uzaklaştırılmış, eğitimine özel eğitim alarak devam etmek zorunda kalmıştı. Ama O hiç yılmadı. Hep çalıştı, çok çalıştı… 10 yaşına geldiğinde fizik ve kimya derslerine olan ilgisini keşfetti ve o yaşına rağmen evlerinin kilerinde küçük bir kimya laboratuarı kurdu. Ailesine maddi destek sağlamak için 12 yaşında tren istasyonlarında gazete satmaya başladı. Bilime olan ilgisi ve merakı öylesine büyüktü ki bir süre sonra laboratuarını istasyondaki boş vagonlardan birine taşıdı. Böylece hem gazete satıyor hem de boş kaldıkça deneylerini yapabiliyordu. Fakat talihsizlik yine yakasını bırakmadı… Lavaboratuarında çalışırken yanlışlıkla bir şeyi kırdı ve yangın çıktı. Bu küçük kaza ömür boyu ağır işitme kaybına neden olduğu gibi işini de kaybetti. Ama O yine yılmadı… İçindeki mucitlik ateşi onu bir yerlere götürüyordu. Borçlu ve parasız uzun yıllar yaşadı. New York a yerleşmesinden sonra talihi değişti. Telgraf ve telem aygıtları üretmeye başladı. Elektrik lambası üzerinde çalışmalar yaptı. Yaptığı ampulleri 2.5 dolardan sattı. 80 yıllık yaşamına birçok icatlar sığdırmayı başardı. Edison un hayatı hep ilgimi çekmiştir. Bunca talihsizliklerle dolu bir hayat ama bir o kadar da azim ve kararlılık. Sonuç; insanlığın hizmetine sunulmuş onlarca icat… Hatta Edison un son sözleri olan “Orası çok güzel görünüyor” lafı, manevi hayatının da olduğu gerçeğiyle belleğim de yer etmiştir. Bakıyorum da şimdi, facelerde, sanal alemlerde ve ya oturdukları yerlerde ahkâm kesen mucitler türemeye başlamış. Laboratuarlara girmeden, kitap okumadan sadece konuşarak bir şeyler yapmama derdindeler. Kendi özgeçmişleri bomboş iken, dolu dolu hayatı yaşayan ve bir şeyler üretme gayreti içinde olan insanları karalama kampanyasındalar. Arkadaşları ile sabahtan akşama kadar çay içip dedikodu yapma telaşı içindeler. Oysa o an dedikodusunu yaptığı insanlar, belki de bilimsel bir toplantıda ya da laboratuarda çalışıyor, ülkesi için, memleketi için, insanlık için bir şeyler yapma gayreti içerisindeler. Kendisi kuruyemişini çıtlatıp afiyetle çayını yudumlarken, o arkasından konuştuğu kişi yoğun bir iş temposunda; bırakın kendisini, ailesine bile zaman ayıracak durumda değildir. “Sen ne yaptın?” diye sorsan, kem küm edip tek bir faaliyetini bile anlatamayacak olanların gerçekten çalışanlar için, yapılan/yapılacak işler için boş boş ahkâm kesmeleri ne traji-komik! Ne yazık ki bu tip insanlar, tarihin ilk günlerinden beri hep var ve var olmaya da devam edeceklerdir. Kimileri insanları kışkırtır, onları yanlış yerlere yönlendirmeyi kendine şiar eder, kendisi hiç bir şey yapmadığı gibi insanların da bir şeyler yapmalarına tahammül edemezler. Bu tür insanlar her olaya eleştirel boyutta yaklaşırlar. Çünkü tek gayeleri vardır: Çıkarları… Kimileri de etrafına ışık verir, verdiği ışık ve enerji ile hayatımızın dönüm noktasını oluşturur. Hayatımızın her anında onları düşündüğümüz zaman içimizde bir huzur yerleşir, rahmet ve saygı ile anılırlar. Ömrümüz boyunca iyi ki onu tanıdım veya keşke tanımasa idim dediğimiz çok insanlar vardır. Hayatını üretmekle geçirmiş, insanlık ve vatanı için iyi işler yapmış kişileri gördüğümüzde içimiz güler, müthiş bir muhabbet duygusu besleriz. Ama ömrünü leylek misali lak lakla geçirmiş, boş işlerle uğraştığı gibi üreten insanlar ve ürettikleri hakkında dedikodu üretenleri daha görmeden soğukluğunu bedenimizde hissederiz. Hayatta pozitif olmak, insanlara enerji aşılamak ve onları motive etmek çok önemlidir. İyi insanlar böyle hareket eder ve iyi insan olmak yolunda yürüyorsak biz de böyle davranmalıyız. Çünkü zaten etrafımızda öylesine acımasız, kin tutan ve negatif enerji veren insanlar var ki; onlara dur diyebilecek cefakar ve fedakar insanlara ihtiyaç duyulmaktadır. Ömrümüzü boş işlerle geçirmemeli, başarısızlıklarda yılgınlık göstermemeliyiz. Edison gibi yılmadan çalışmalıyız. Dedikodulara, iftiralara sadece gülüp geçerek, aldırış bile etmemeliyiz. Hatta onlara dua dahi edelim. Doğru yolu bulmalarına yardım edelim. Ya da insan bilmese de Hak bilir deyip geçelim. Dünya bir buhran geçiriyor. İyi insan ile kötü insan arasındaki savaşı er ya da geç iyiler kazanacaktır. Tarih hep böyle yazmamış mıdır? Konuşanın değil iş üretenin adı kalmış, onlar saygı ile anılmıştır. Bazen diyorum ki, “İş yapmayan çok konuşan insanlardan bende usandım!”. Ama içimdeki ülke sevdam ise şöyle diyor; “Asla pes etme! Başarmanın sırrı yılgınlığa düşmeden çalışmaktan geçer.”… Çünkü güçlü bir Türkiye nin varlığına sadece Müslüman ülkelerin değil, tüm ülkelerin ihtiyacı var. Biz iyilerden olalım ve yılmadan çalışalım, çalışalım…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş