Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

“Adabı Muaşeret” düsturları bizle beraber yok olup gidiyor!

Yayınlanma

Tarih

Akşam yorgun argın eve gelip televizyon haberlerini izlediğim zaman, şok geçiriyorum. Yıllardır düzelir diyorum ama her gün şiddet, vahşet ve kan gittikçe artıyor. Sanki ülkemde bir şeyler yanlış gidiyor.

Çağımıza uygun çok iyi eğitimler vermeye başlamışız doğru. Doğrusu ve yanlışı ile devlet okullarının yanında özel okullarında sayıları artmış. Yetmemiş etüt merkezleri kurulmuş, oda yetersiz kalmış özel hocalar tutarak çocuklarımızın daha iyi bir eğitim almalarını sağlamaya çalışmışız. Paran da var ise istediğin okulda çocuklarını eğitme şansı yakalamışız.

Eskiye göre fiyatlar da ucuzlamış. Hocaların kalitesi de rekabet olmasından dolayı artmış. Bu tatlı rekabet hocaları da daha iyi yetiştirmiş. Kendisini yetiştirmeyenler ise meslektaşlarını geriden takip etmişler.

Ama düşünceye dayalı değil ezbere dayalı bir sisteme doğru gitmeye başlamış eğitimimiz. Test mantığı öğrenmenin yerini almış. Bu konuyu şimdilik ayrı tutuyorum.

Aileler çocuklarının daha iyi bir gelecek hazırlamaları için müthiş bir çaba sarf ettiklerini görüyoruz. Tüm maddi kaynaklarını çocukları için adeta seferber etmişler.

Ama bir yerlerde hata var sanki. Ruhsuz, kimliksiz ve maneviyatsız bir nesile doğru sürükleniyoruz gibi.

Çocuklarımızın hareketleri değişmeye başlamış, konuşmuyorlar, tartışmıyorlar, yorum yapmıyorlar. Gelecek endişesi ise hiç duymuyorlar. Nasıl olsa anne ve babalar onun yerine düşünüyor, geleceğini hazırlıyorlar. Sularını bile bardaklarına koyup içmekten acizler adeta.

“Adabı Muaşeret” kurallarımızı ise tamamen biz bile unutmuşuz ki çocuklarımıza örnek olamıyoruz.

Filmlerde çatal solda, bıçak sağda diye “Adabı Muaşeret” kurallarımızı farklı bir boyuta getirmeye başlamışlar. Ya da başlarda kitaplar ile insanları dolaştırmışız, doğru yürümeyi öğrenelim diye. Bence başarılı da olmuşlar. Kısıtlamışlar, adeta anlamsızlaştırmışlar bilerek ya da bilmeden “Adabı Muaşeretimizi”…

Oysa güne tanıdık ya da tanıdık olmayan kişilere “Allah’ın selamı ile başlamak” ya da gülümseyerek “günaydın” demek, hal hatır sormak ne kadar da önemli bir şey olduğunu çocuklarımıza öğretmemişiz. Ben babamdan öğrendiğim gibi “eve girerken veya dışarı çıkarken her zaman selam vermeyi” kesmedim, kendime düstur edindim. Çocuklarımdan da selam vermelerini her zaman istemişimdir. Bu köşe yazıyı okuyan kişiler; lütfen çocuklarımıza “bugün tüm arkadaşlarınıza ve çevrenize selam verin” diye öğütleyin.

İnsanları rencide etmemeyi öğretememişiz. Gerçi ilk olarak biz çocuğumuzu rencide etmişiz. Başkasının çocuğu ile kıyaslayarak, komşu çocuğun başarılarını takdir etmişiz ama kendi çocuğumuzun meziyetlerini ise görmemişiz, gözümüz hep başkalarında olmuş…

Trafikte gelişi güzel korna çalmamayı, sana ait olan yolda arabayı sürmeyi, bağırıp çağırmamayı, küfür etmemeyi, kırmızı ışıkta kamera olmasa bile geçmemeyi, yaşlı insanlara ve yayalara sabır ile yol vermeyi, arabanın camından dışarı bir şeyler atmamayı, insanları rahatsız edecek tarzda naralar atmamayı çocuklarımıza öğretmeliyiz. Tabi önce ebeveynler olarak bizler bu olumsuz davranışları yapmamamız gerekiyor.

Yolda tükürmemeyi, etraftaki çiçeklere, ağaçlara zarar vermemeyi öğretmeliyiz.
Sırada beklemeyi, kaynak yapmanın çok kaba bir davranış olduğunu, ekmek alırken sıraya geçmeyi,

Hayvanlara kötü davranmamayı, eziyet etmemeyi,
“Sokak hayvanlarını besliyorum” düşüncesi ile evde ne atık varsa sokaklara gelişigüzel dökmemeyi,

Çevremizi kirletmemeyi,

Bisiklet yolunda yürümemeyi,

Donla denize girmemeyiJ

Lokantalarda yemek yedikten sonra tabağın içine kürdan, peçete atmamayı,

Büyüklere karşı saygılı hitap etmeyi, akranlarına karşı kaba davranmamayı, bayanlara karşı çok daha nazik hareket etmeyi, “hişt kelimesinin çok kaba bir şey olduğunu,

Giyimimize çok dikkat etmemiz gerektiğini ve temiz giyinmeyi,

Telefonlarda nasıl konuşmamız gerektiğini,

Sınıfa girerken acele ile birbirini itmeyerek sıra beklemeyi, sabırlı olmayı,

Sıralarda gürültü çıkarmadan sessizce oturmayı,

Verilen görevlerde mazeret üretmemeyi,

Ayakkabılarımızın devamlı temiz ve boyalı olmasını,

Kütüphanede ses çıkarılmamasını,

Evde anne babaya her zaman yemekte veya ev işlerinde yardım etmeyi, sesimizi yükseltmemeyi,

Hususi hayatımızı kimse ile paylaşmamayı,

Lüzumsuz münakaşalardan kaçınmayı…

Yukarıdaki “Adabı Muaşeret” düsturları uzadıkça uzar gider.

Bu kurallara uymamız hayatımızı kolaylaştırır, istikrar sağlar bizlere, kısaca neyi yapabileceğimizi neyi de yapamayacağımızı belirler. Çocuklarımız “adam gibi adam” olur…

Lütfen düşünelim, bu kurallara ne kadar uyuyoruz ya da çocuklarımızı bu konu da ne derece eğitmişiz. Çocuklarımızın davranışlarını ve de yetiştirme tarzımızı baştan sona tekrar gözden geçirmemiz gerekmektedir.

En doğrusu da okullarımıza “Adabı Muaşeret” dersini tekrar koymamız gerekecek. Yoksa bu düsturlar bizle beraber yok olup gidecek ve geri dönülmez yaralar açacak. Bu akşam haberleri bu yazılanları düşünerek dinlerseniz ne kadar vahim bir durumda olduğumuzu anlarsınız…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş