Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

İRAN’DA DÖRT GÜN

Yayınlanma

Tarih

İran’ın en büyük Araştırma Merkezlerinden biri olan Iranian Research Organization for Science & Techhnology’nin  ( IROST) davetlisi olarak geçen hafta yardımcılarım ile İran’a gittim. İlk ziyaretimiz dolması dolayısı ile olsa gerek ayrı bir telaş ve heyecan vardı İran’da… Gerçektende İran bizler için kapalı bir kutu idi, akademik yönden çok da bir irtibatımız olmamıştı. Karmaşık duygular ile yolculuk serüvenimiz başladı ve Türk Hava Yollarının uçağı ile Tahran’a vardık. Bu arada THY’nın olağanüstü hizmetini de kutluyorum, müthiş bir nezaket ve üstün servisleri vardı. İran Havalimanına inerken bayanlarda hemen baş örtme telaşı başladığını görüyorsunuz, kimisi şalını yarım kapatacak şekilde örtüyor, kimisi başörtüsünü itina ile takıveriyor. Farsça da Tahran ismi “Sıcak Yer” anlamında imiş ve gerçekten de Şubat ayının son günü olmasına rağmen bizi sıcak bir iklim karşıladı. Farklı bir Azeri Türkçesi ile Ahmet Abi ve Dr. Eslam Bey tarafından havaalanında karşılandık. Otelimize doğru yol aldığımızda ilk şoku yaşadık;  “Allah’ım bu nasıl trafikti, her an birisi bize vuracak veya biz onlara vuracağız” endişesi ile iki saat sürecek yolculuk serüvenimiz başladı. Karşılaştığım bu manzara karşısında, “bu kadar yoğun bir trafiği olan Tahran’ın nüfusu ne kadardı acaba?” diye meraklandım. 17 milyon ile 20 milyon arasında tahmin edilen bir nüfus varmış… Trafik kurallarının unutulduğu bir yolculuktan sonra otelimize varıyoruz ki, “çok şükür diyoruz muazzam bir otel”, İran’ın en lüks otellerinden imiş, bunu duyduğuma çok seviniyorum. Hemen İran adetlerine göre kahvaltımızı yapıyoruz, küçük bir dinlenme molasından sonra ilk toplantımız için IROST’a gidiyoruz. Önce onların laboratuarlarından ve bizim laboratuarlarımızdan bilgiler alış verişinde bulunuyoruz ve ortak neler yapabiliriz onun üzerine anlaşmalar için fikir teatileri başlıyor. Laboratuarları gezdiğimizde akademiye yönelik büyük aletleri boykottan dolayı göremiyoruz, bu nokta da Türkiye’nin ne kadar ileride olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Ancak imrenerek görüyorum ki her eski laboratuarların da dahi araştırmacıları cıvıl cıvıl çalışıyorlar. Hayıflanıyorum, keşke diyorum, bizim asistanlarımız ya da hocalarımız da gece gündüz böyle çalışsalar, “meğerse ne kadar da çalışkanlarmış” diye düşünmeden edemiyorum…

İranlı hanımlar hayatın her alanında aktifler, müthiş özgüvenlerini açıkça görebiliyorsunuz. Toplu taşıma araçlarında ister sadece bayan olan araçlara girebilirler, isterlerse de karma otobüsleri tercih edebiliyorlar. Erkekler ise sadece karmalara binebiliyor, hiç bir erkek yan gözle bile rahatsız edemiyor, çünkü bir şikâyet olduğu anda başlarına neler gelebileceğini iyi biliyorlar. İranlı bayanların son derece bakımlı oldukları ve kendilerine iyi baktıkları görülüyor, yine de bazı yasaklara karşı hayıflanmalarını hissediyorsunuz.

Gördüğüm kadarı ile İran mutfağı bizim kadar çok çeşitli değil ama tavuklarının tadı gerçekten çok farklı, en çok tercih ettiğim yiyecek olarak hatırlayacağım.  Hayatımda galiba hiç bu kadar tavuk şiş yememiştim. Birde bol nane ve limonlu soğuk kokteyl… Bu tadı da hiç unutacağımı sanmıyorum. Renk cümbüşlü ve desenli bir İran lokantasında, müzik eşliğinde yemeklerimizi yiyoruz, önce tamamen Farisi şarkıları söyleyen bir sanatçı çıkıyor sahneye. Farisi’nin bu kadar dokunaklı olduğunu ve neden Osmanlı edebiyatında Farisi’nin yerinin çok özel olduğunu orada anlıyorsunuz. Hele Farisi bir şiir dinlerseniz kelimeleri anlamasanız bile sizleri çok uzak yerlere götürebiliyor. Daha sonra başka bir sanatçı Azeri türküleri ile bizleri coşturuyor. Ve Türkiye’den geldiğimizi öğrenince sanatçımız öncelikle; “İbrahim Tatlıses üstadıma lütfen selamlarımı iletin” diyor ve başlıyor İbrahim Tatlıses’ten hepimizin aşina olduğu o meşhur türkülerimize.  Bizlerde İbrahim Tatlıses’i özlediğimizi görüyoruz ve nakaratlarına ayak uydurmaya çalışıyoruz. Selamını da iletmiş oluyorum bu yazım ile böylece…

Sokaklarda hala İran Irak savaşının etkilerini görüyorsunuz. Savaşların hiçbir derde deva olmadıkları, aksine devletleri çıkmazlara sürüklediklerini hissediyorsunuz. Binalar Türkiye’deki gibi ihtişamlı değil, çeşitli boykotlar İran’ı cidden çok sarsmış. Bir arkadaşım ekonomilerinin bu sıralar iyi olmadığı söylüyor. Üç yıl önce Tahran’ın çok ucuz olduğunu duyuyorsunuz ama şimdi o ucuzluğun kalmadığını görebiliyorsunuz. Bizler de alışveriş yaparken özellikle de elektronik cihazların çok da ucuz olmadığını fark ediyoruz.

Tahran’a gelmişken Niavaran Sarayını gezmeden ayrılmak olmaz diyorlar, Rıza Şah Pehlevi ve Farah Diba’nın yaşadığı ev aynen korunmuş, muhteşem bir işçilik görüyorsunuz, paha biçilmez halılar gözlerinizi kamaştırıyor, avizeler mobilyalar, kıyafetler bile korunmuş, zevkli bir hayatları varmış diye içinizden geçiriyorsunuz. Bahçesine doyamazsınız, o koca devasa ağaçlar altında yürümek insana müthiş bir rahatlama hissi veriyor.

  1. si düzenlenen Khwarizmi Uluslar arası Ödül Törenine katılıyoruz, Dünyanın sayılı ülkelerinden bu ödüle layık görülen ünlü bilim adamları İran’ın üst protokolünden hediyelerini alıyorlar.

Alışveriş alanları, çarşıları bizimki gibi… Son derece hareketli ve dışarıdan çok rahatlıkla her şeyi alabiliyorsunuz. Ayrıca doğal bitkilere de çok meraklılar.

4 Gün İran’da kaldım ama akademik faaliyetler ön planda olduğu için çok detaylı gezemedim. Yine de gördüğüm kadarı ile gezilmesi, görülmesi gereken yerlerden kültürlerden olduğunu düşünüyorum…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş