Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Yazmayı seviyorum galiba!

Yayınlanma

Tarih

Hem tatil döneminin araya girmesi, hem de ülkemdeki olaylar bende yazmaya karşı bir soğukluk oluşturdu. Bir türlü kalemi elime alamadım, yazamadım. Hatta işin ilginç tarafı ne yazmam gerektiğini bile bulamadım. Ben bende değildim, ben kendimi bile anlamıyordum ki başkası beni anlasın. Yazarları okumaktan da zevk almadım. Dün başka şey söyleyen, bugün çok daha farklı şey söylüyordu. Duygusuzlaşmıştım sanki…

Okumayı çok seven birisi olarak, okumadan da soğumaya başlamıştım. Sanki bir boşlukta idim. insanların attığı iftiraları çözemiyordum.

Neden bir kişi başka birine iftira atıyor ya da neden suçsuz insanlar karalanıyordu ki?…

Tabi ki ülkeme göz dikenlerin gözlerini oyarız. Milletime zarar verenlerin vay haline, o zaman uysal görünen bizler birer aslan kesiliriz. Gerektiğin de tankın altına yatarız. Ölümü gülerek karşılarız. “Hakkını helal et anam yada yarim” der bile bile ölüme de gideriz. Ölüm şerbetini içip şehitlik mertebesine de nail olabiliriz. Dünya da bizim bu özelliğimizi çok az insan anlar, zaten millet olarak bu özelliğimiz dilere destan olmuş, tüm dünyaya da nam salmışızdır.

Yazmak, ne güzel bir duygu: Düşüncelerinizi adeta ölümsüzleştiriyorsunuz, bir o kadar da zor bir şey. Çünkü yazdıktan sonra her zaman karşınıza çıkıyor. Yanlış ifadeler kullandı iseniz, bir gün bunun hesabını vermek zorundasınız. Ya da “dün dündür, bugün bugündür” deyip geçiverirsiniz ama artık kimse bunu yemiyor da. O yüzden yazarken son derece dikkatli olunmalı, titiz davranıp sadece doğruları yazmak gerekir. Hissettiğini yazabilmeli insan, bazen kelimeler kalpten çıplakta çıkıyor. Okuyucular da artık buna katlanmalı.

Duygusal olmalı yazılar, yazar duygu yüklü kelimelerini yazarken önce kendi ağlamalı, eğer ağlayarak yazıyor ise karşısındakinin de ağladığını hissetmeli. Eminim ki okuyanda ağlar…

Eline bir bilgi geldiği zaman, doğruluğundan emin olmalı. Araştırmalı, gözlemlemeli, enine boyuna tartmalı ki, kimse mağdur olmasın. Bugünün yarını da var, hesap günü de var. Eninde sonunda Allah’ın huzuruna varacağız. Kimse bilmese bile o yaratan bilir bizi. Ona nasıl hesap vereceğiz, bunu da düşünmeli yazan.

Bazen bir böceği yazmalı, tefekkür alemine dalmalı. Yaradanını düşünmeli, yazarken bile secdeye kapanmalı. Bir sineğin harika yaradılışını düşünmeli, hatta yürürken bir çiçeğe rast gelse, ondaki o sanatı yaza yaza bitirememeli…

Bazen en bilimsel verilere kafa takmalı. Bilim adamlarını teşvik edici şeyler yazmalı. Bilmeli ki takdir edilmek her insanın hoşuna gider.

Bazen de merhametli olmalı yazar. Herkesin düşündüğünden daha farklı bir nokta yakalamalı, hissetmeli, şefkat elini ona gösterip, belki de düşülen çukurdan sadece o çıkarmalı kardeşini.

Asla prensiplerinden taviz vermemeli. Dünyanın başına yıkılacağını bilse de vazgeçmemeli davasından. Kalemi onu hep doğrulara götürmeli, sıkı sıkı sarılmalı prensiplerine ve duruşunu bozmamalı. Bir sefer bile prensiplerinden vazgeçse bunun devamının geleceğini bilmeli. Serden vazgeçerim ama asla doğruluk prensibinden vazgeçmem demeli.

Ölümü çok zikretmeli yazar, çünkü belki yazdıktan sonra vefat edecektir. Yazıları ile gönüllerde yaşayacağını bilmesi gerekir. Verdiği en küçük yanlış bir fikir bile kendi öldükten sonra nice insanların yollarını yanlış yöne kaydıracağını bilmeli…

Uzun zaman sonra bu satırlar kalemimden döküldü. Yazmayı özledim galiba, fakat şunu anladım ki “ben yazmayı seviyorum”…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş