Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Okyanusları ve denizlerimizi tehdit eden: Mikro plastikler

Yayınlanma

Tarih

Son yıllarda inanılmaz bir şekilde teknoloji gelişmekte, yiyecek, gıda, elektronik ve diğer uygulama ve kullanım alanlarına yönelik yeni şeyler ortaya çıkmaktadır. Teknoloji ve ekonomimiz geliştikçe “tüketim toplumu” olmamız neticesinde çevremizin kirliliği de artmakta, geri dönüşümü olmayan kirlilikler ve buna bağlı olarak da hastalıklarımız farklılaşmakta ve gün geçtikçe insanoğlu daha da hasta olmaktadır…

Bu kirliliklerden nasibini alanlardan biride okyanuslardır. Ne yazık ki bu kirlilik gözümüzden kaçıyor. Aklımıza ve hayalimize gelmiyor. Belki de hayatında okyanusu görmeyen milyonlarca insanlar var. Görmememiz ya da düşünmememiz okyanusların kirlenmeyeceği anlamına gelmiyor. Katı çöpleri, kanalizasyon atıkları, plastikler vs. gün geçtikçe okyanuslarımızı ya da deniz sularımızı kirletiyor. Bu kirlilikler yüzde 80 civarında etkili olduğu tahmin ediliyor. Son yıllarda su şişeleri ve diğer plastik atıklar bio çözünür özellik göstermediğinden dolayı sularımızı daha da kirletmektedir.

Halk tarafından önemi tam olarak bilinmeyen, geleceğimizi kirleten ve önlem almaz isek gün geçtikçe daha da zararlı hale gelen mikro plastikler ise son yıllarda bilim adamları tarafından çok önemli görüldüğünden dolayı detaylı incelenmeye başlandı. Yemek masalarımıza kadar gelen mikro plastikleri daha önceki köşe yazımda bahsetmiştim. Bu hafta da okyanuslara dikkat çekmeyi önemli gördüm.

Mikro plastikler okyanuslara ve denizlere giren daha büyük plastik parçalardan bozulan boyutları 5 milimetreden daha küçük parçalara deniyor. Duş jellerinden tutun, diş macununa oradan makyaj malzemelerine kadar mikro plastikler farklı bir boyutta karşımıza çıkarak sularımıza karışıyor. Bu mikro plastiklerin bir kısmı güneş ışığı vasıtası ile suda da mikro düzeyde çözünüyor ve geri dönüşümü mümkün olmayacak bir şekilde suya karışıyor, bir kısmı ise partikül halinde kalıyor. Çözünmesi de çözünmemesi de ayrı bir problem, hem okyanus hem de okyanus da yaşayan canlı varlıklar için.

Environmental Science & Technology’nin 2015 yılında tamamladığı bir araştırma ise gerçeklerin ne kadar tehlikeli bir hale geldiğini gösteriyor: yaklaşık sekiz trilyon civarında mikro plastiğin her gün ABD genelinde su ortamlarına girdiğini endişe verici olarak belirtiyor. Bu rahatsız edici istatistik, bu tür atık mikro plastik miktarların sudaki vahşi hayatı nasıl etkilediği sorusunu ortaya çıkarıyor. Enine boyuna tartışılması gereken bir konu. Okyanuslar ile ilgili belgesel programlarında her gün okyanuslarda yaşayan canlı varlıkların yaralanmalarına, ölmelerine neden olan plastik atıkların ve mikro plastiklerin verdiği zararlardan bahsediyor. Ama ne yazık ki günümüzde yeterince önlemler alınamıyor. Gün geçtikçe de dünyamızı kirlettikçe kirletiyoruz…

Bu konu, National Geographic’in okyanus görünümlerinden geçen son makalede “daha fazla plastik, daha az istiridye?” başlıklı makalede de tartışılıyor. Makalede, mikro plastiklerin okyanuslarda yaşayan canlılara verdiği zararlardan bahsediyor ve gün geçtikçe nesillerinin biteceğinden endişe duyuluyor.

Okyanusa giren bu yabancı partiküller için diğer bir kaygı, mikro plastikleri içeren kimyasalların istiridyedeki üreme komplikasyonlarına neden olmasıdır ki bu da ele alınması gereken çok önemli bir noktadır. Global Microplastics Initiative’e göre; DDT ve BPA gibi kimyasal toksinler, suya karıştıktan sonra, sudan beslenen kuşlar, balıklar, deniz memelileri ve potansiyel olarak insanlara kadar gelen bu tehlikenin nedeni mikro plastik parçacıklara dayandığını söylemiştir.

Mikro plastik toksinlerin birikimi üremeyi etkiliyorsa, çeşitli deniz türlerindeki diğer biyolojik fonksiyonları etkilemesi de muhtemeldir. Yapılan çalışmalarda mikro plastikler birçok organizmanın cesetlerinde bulunmuştur ve eğer bu sorunu azaltmaya yönelik girişimler başarıyla sonuçlanamaz ise, bu ürünlerin neden olduğu hasarın boyutunu şuan için tam kestiremeyiz.

Problem büyük, tüm ülkelerin bu konu üzerine büyük projeler üretmesi ve en kısa zamanda buna çözüm bulmaları gerekmektedir. Okyanusların ve denizlerimizin kirlenmesi demek tüm canlıların tehdit altında kalması demektir. Tüm ülkeler el ele vererek şu dünyamızı yaşanabilir bir hale getirmeleri gerekir. Sonradan geç olmasın…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş