Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Cihazları Aydınlatan Pil Dünyayı Söndürmesin!

Yayınlanma

Tarih

Gün geçtikçe pil kullanımı artıyor ve atık piller çevreye zarar veriyor.

Aslında pilden enerji üretmek sanıldığı kadar basit değildir. Çünkü o küçücük pilin içinde birtakım kimyasal reaksiyonlar sonuncunda kimyasal enerji elde ediliyor ve uygun yerlerde enerji olarak kullanılıyor.

Yerine göre cep telefonlarımızda, el fenerlerimizde, çocuklarımızın oyuncaklarında, radyolarımızda hatta matkaplar gibi çok çeşitli alanlarda faydalanabiliyoruz.  Artık hayatımızın bir parçası olmuşlar.

Aslında çok renkli, kullanışlı ve masum görüntüsünün arkasında çok ciddi zararları ve tehlikeleri vardır.

Düşünün tam bir kimyasal madde deposu, kullanım yerlerine göre lityum, kadmiyum, çinko, gümüş oksit, nikel, metal hibrit gibi maddeler içerebiliyor.

Bu maddelerin toprağa, suya karıştığını düşünelim.

Ne kadar korkutucu değil mi?

Türkiye’de son 10 yılda toplanan pil miktarı 5 bin tona ulaştığı söyleniyor. Toplanamayanları siz düşünün artık.

Amerika Çevre Koruma Ajansı’na göre, her yıl Amerikalılar 3 milyardan fazla pili çöpe atıyor. Bu da yaklaşık 180 bin ton pil anlamına geliyor. Bu pillerin 100 bin tonu yeniden dönüştürülebilen ve doldurulabilen pillerden oluşuyor.

Neden bu kadar dehşete düşüyoruz peki?

Çünkü;

Toprakla karıştığı zaman bu kimyasallar toprağı zehirler, toprağın zehirlenmesi ile sularımız kirlenir, böceklerin ölmesine neden olur. Bitkilerin genetiği değişir.

Bir küçük kalem pil 4 metrekare toprağı kirlettiği biliniyor, bu kirlenme ile 800 bin litre su içilemez hale gelebiliyor, ne kadar ürkütücü değil mi?

Bu pil kirliliği;

Kanser vakalarının artmasına yol açabiliyor, böbreklerimiz ve karaciğerimiz gibi çeşitli organlarımıza etki ederek onlara zarar verebiliyor. Merkezi sinir sistemimize etki ederek, uyku bozukluklarına, baş ağrılarına, Alzheimer hastalığı gibi çok çeşitli rahatsızlıklara neden olabiliyor.

Hastalıkların bu kadar artmasının nedenlerini çok da uzakta aramamak gerekiryor.

Bu nedenle,

Pillerin toplatılmasına çok önem vermeliyiz, aslında her evde bir atık pil kutusu oluşturup resmî kurumlara elden vermeliyiz. Resmi ya da özel kurumlarda pil atık toplanma kutularının olmasını zorunlu hale getirmeliyiz.

Bazılarının pilleri toprağa atıp gömmeye çalışmaları ya da sulara atmaları çok yanlıştır.

Hepimiz, devletin ilgili kurumlarına, belediyelere ve gönüllü sivil kuruluşlarına destek olmayı bir görev saymalıyız.

Atık geri dönüşüm ünitelerinin acilen Türkiye’de kurulması gerekmektedir. Yasal süreç hızlandırılmalıdır. Eğer pilleri geri dönüştüremez veya yok edemezsek doğada kendiliğinden yok olmaları için bekleme süremiz en az 300 yıl olacaktır.

Okul gibi resmî kurumların veya sivil toplum kuruluşlarının yaptıkları kampanyalara destek olunmalı ve bu iş ciddiye alınmalıdır. Aksi durumda çevremizin ve kendimizin bu kimyasalların zararlarından korunma şansımız yoktur. Hastalıklar da arkasından gelecektir.

Piller gibi diğer çevre kirlilikleri ile sonumuz nereye varacak ben kestiremiyorum.

Siz kestirebiliyor musunuz?

Sonuç olarak, cihazları aydınlatan pil dünyayı söndürmesin! Lütfen hepimiz üzerimize düşen görevlerimizi yapalım…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Hala çamlık ya da ormanda yürümek istemeyenler var mı acaba?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Vakit buldukça Türkiye’nin ilk milli parkı olan Yozgat Çamlığında yürüyorum.

Sabahın çok erken saatlerinde yürüyen, spor aktiviteleri yapan hemen hemen her gün sabah kahvaltılarını çamlığın mis gibi havasında kış yaz demeden yapan çamlık sevdalılarını da görüyorum.

Çok olmasa da kahvaltılarına iştirak etmeye çalışıyorum.

Tanışık olmasak bile seslenip semaver çayımızı içmek ister misiniz?  diye samimane davetlerde alıyorum ki sizde alabilirsiniz her zaman.

Hiç şaşırmayın sakın.

Anadolu misafirperverliğini her daim görürsünüz çamlığımızda.

Ama bugün ki yazma konum farklı tabi ki.

Çamlıkta yürürken sizler ile beraber olan kimyasallardan bahsedeceğim.

Öncelikle fotokimyasallardan bahsetmek gerekir.  Bitkiler, savunma mekanizmaları olarak fitokimyasal adı verilen kimyasal bileşikler üreterek kendilerini zararlı böceklerden, mantarlardan ve mikroplardan korurlar.  Bu fitokimyasalların sağlığı koruyucu etkisi vardır ve antioksidan, antimikrobiyal ve antikanserojen etkileri bilimsel olarak tespit edilmiştir. Yani, fitokimyasalların vücudunuzu hastalık oluşumunu önlemeye yardımcı olur.

İkinci olarak ise Terpenlerden bahsetmek gerekir.  Ormanlarda yaygın olarak bulunur ve  bitkilerin koku, tat ve renklerinden sorumludur ve aynı zamanda savunma ve iletişimde rol oynayan bir grup bileşiktir.

Üçüncü olarak fenolik bileşiklerden bahsedeyim,  Antioksidan özelliklere sahip olan fenolik bileşikler, bitkilerin savunma mekanizmalarında önemli bir rol alarak bitkilerin zarar görmesini önlerler ve patojenlere karşı direnç sağlarlar.

Dördüncü olarak ise alkaloidlerdir.  Bazı zehirli bitkilerde bulunan ve bitkilerin hayvanlar tarafından yenilmesini önlemek için geliştirilmiş savunma bileşikleri olan alkaloidler ilaç olarak da kullanılabilirler.

Ve sonuncu olarak Volatile organik bileşikler (VOC’ler)den bahsetmek gerekmektedir ki orman havasını değiştirirler. Ormanlardaki bitkiler, fotosentez ve solunum süreçleri sırasında çeşitli VOC’leri atmosfere salarak hava kalitesi, iklim değişikliği ve bulut oluşumu üzerinde etkileri vardır.

Benimde en çok bunu gündeme getirmek istiyorum ki yürürken bolca bu bileşikleri vücudunuza alırsınız.

İyi ki ormanlarımız ve çamlığımız var.

Bu kadar farklı ve faydalı bir havada yürümek gerçekten de sağlığımız için çok önemlidir. Hem yürüyelim hem de bol bol nefes alalım ki sıhhat bulalım.

Hala çamlık ya da ormanda yürümek istemeyenler var mı acaba?

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Ben ne yazıyorum ki Allah aşkına!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Son zamanlarda katıldığım konferanslarım, radyo ve televizyon programlarım tatsız ve tuzsuz geçiyor.

Bir şeyler anlatıyorum ama aklım ve fikrim hep başka yerlerde.

Konferansıma başlarken;

Çevre temizliği diyorum, çevremizi kirletmeyelim diyorum.

Gazze sokakları aklıma geliyor.

O sokaklardaki kan ve barut kokusunu hissediyorum.

Anlatamıyorum, cümlenin sonunu getiremiyorum.

“Çocukların sağlığı için iyi beslenmeliler” diye söze başlamaya çalışıyorum,

Sonunu yine getiremiyorum

Çünkü Gazze’deki aç susuz çocuklar aklıma geliyor.

Her gün su içmeliyiz ama kaliteli su bulun, mümkünse plastik şişeden olmasın cam şişelerden için diyecek oluyorum.

Gazze’de su bulamayan insanlar aklıma geliyor.

Düğümleniyorum,

Utanıyorum.

Şeker ve tuz tüketimini azaltalım ki vücudumuz daha sıhhatli ve dinç olsun diye konuşmamı açmak istiyorum.

Şeker ve tuz bulamayan yine Gazze’deki insanlar aklıma geliyor.

Açlıktan ölen masum çocuklar gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyor.

Lütfen gürültü yapmayın, insanları rahatsız etmeyin güzel davranışlar sergileyelim diyecek oluyorum.

Gazze’deki bombaların adeta seslerini işitiyorum. Kulak zarlarımı patlatıyor hissine kapılıyorum.

Son yılların akademik çalışmalarından örnekler vermeye başlayım diyorum.

Ölümlerin olduğu bir dünyada akademik çalışmayı anlatmak mı? O da ne içten içe ağlıyorum.

Arakan Müslümanlarını anlatamıyorum bile.

Dayanamıyorum.

İnsanlığımdan utanıyorum,

Çaresizliğime dem vuruyorum.

Vurdumduymazlığa hayıflanıyorum.

Bazen kendi kendimle hasbihal bile edemiyorum artık.

Ben ne yazıyorum ki Allah aşkına.

Sanki dinleyen, okuyan varmış gibi…

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş