Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Bugün Bir İyilik Yapacağım!

Yayınlanma

Tarih

Yıllar önce, küçük bir kasabada babasıyla birlikte yaşayan afacan bir çocuk varmış. Bu şirin kasabada herkesin bir çiftliği ve bir bekçi köpeği varken bizim afacan çocuğun çiftliğinde iki tane köpekleri varmış. Çocukluğundan beri bu çok sevdikleri köpekler ile yaşarlarmış.  Köpeklerden biri beyaz diğeri ise siyah renkteymiş ve bu köpekler sürekli kavga ederlermiş. Bir gün çocuk kapının eşiğinden köpekleri seyreden babasının yanına oturmuş, meraklı bir şekilde sorular sormaya başlamış; ”Babacığım, ben kendimi bildim bileli bu iki köpek bizimle beraber çiftlikte yaşıyor. Neden bu köpeklerden biri beyaz diğeri siyah?” Babası şöyle cevap vermiş; ”Oğlum o köpeklerin ikisi de benim ayrılmaz parçalarım. Beyaz olan içimdeki iyiliği, siyah olansa içimdeki kötülüğü simgeliyor. Ve sürekli birbirleriyle savaş içerisindeler, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi…  Ama ikisinden de kopamam ne kadar istesem de yapamam…” Çocuk devam etmiş, ”Peki babacım,  iyilik mi yoksa kötülük mü yani beyaz köpek mi yoksa siyah köpek mi kavgayı kazanır?” babası cevap vermiş; ”Hangisini daha iyi beslersem o kazanır… Çünkü iyilik de kötülük de bizim içimizdedir.”

Dünya yaratıldığından beri, iyilik ve kötülüğün mücadelesi hep vardır ve devam da edecektir. İyilik ve kötülük denince aklıma hep Hz Adem (S.A.)’in oğulları Habil  ve Kabil gelir. Habil, Kabilden küçük olmasına rağmen daha güçlü, yumuşak huylu, merhametli ve iyi kalpli birisidir. Kabil ise, hırçın, kibirli, sinirli  ve kindardır. Aslında kardeşlerin özelliklerine bakarsak iyilik ve kötülüğünde tanımını yapmış oluruz.

Hz. Mevlana, “Her insan bir yağmur tanesi gibidir, kimi çamura kimi gül yaprağına düşer” der. Ne yazık ki dünyada bunun örneklerini çok görüyoruz. Biz iyilik üzerine düşelim.

Atalarımız ne güzel demişler; “İyilik yap, denize at, balık bilmez ise Halik bilir”. Bizler böyle yetişmişiz, dünyanın en uç köşesinde masum bir insanın canı yansa, bizimde canımız yanar. Millet olarak karakterlerimizde hep iyilikler ön planda olmuş. Biri adres sorduğunda yolu bilmesek de içimizdeki o saf iyilik duygusu ve yardım etme isteği ile ne yazık ki yolları yanlış bile tarif etmişiz. Toplum olarak hiç bir zaman ben dememişiz, biz demişiz. Hatta başkalarının günahlarına ağlamışız. Ben rahmetli babamdan hatırlıyorum. Evimize bir misafir geleceği zaman, o zamana kadar mutfağımızda görmediğimiz yiyecekler ile soframız donatılırdı. Misafirlerimize o derece hürmet etmişiz, yemesek de yedirmişiz, fedakarlık örneği göstermişiz. Şimdi ne oldu da içimizdeki iyilik yerini kötülüğe terk etmeye hazırlanıyor?

Artık içimizin sızlaması veya ah-vahlarımız yetmiyor. Silkelenip kendimize gelme zamanı geldi de geçiyor bile… Herkesin üzerine düşen görevi yapması lazım. Bırakın dünyayı, ahiretini de feda edecek insanlara ihtiyacımız var.   Hadi! Bugün iyilik yapma zamanımız olsun, mesela elimiz cebimize gitsin, bir fakiri sevindirelim. Tüm dünyada yaşanan zulümlerin durması için ve memleketimiz için uzun uzun dua edelim. Belki dua vakti gelmiştir. Yağmur yağmadığı zaman nasıl eller semaya kalkar ve acizliğimizi beyan eder, yağmur duasına çıkarız. Şimdide o an, hadi hep birlikte tüm dünyaya Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü, hiç kimsenin bizleri yenecek kudrette olmadığını haykıralım. Biz millet olarak ne engeller ile karşılaştık ve hepsinin üzerinden de geldik çok şükür.

Belki bu yazdıklarımı herkes diyecek ki “hocam bunları biz zaten biliyoruz”. Haklısınız, peki uyguluma vakti gelmedi mi?

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş