Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Baba darbe mi o ne ki?

Yayınlanma

Tarih

15 Temmuz 2016, saat 22.30 civarı televizyonumu açtım, haber programlarında acayip şeyler olduğunu hissediyorum ama her halde diyorum yine tatsız tuzsuz kamera şakaları var diye düşündüm. Olur mu canım? Bazı haberlerde “darbeye teşebbüs” diyorlar, “köprüler tutulmuş, havaalanlarında acayip farklı hareketlilikler var” deniyor ama ben hala inanamıyorum. Ta ki diğer odadan çocuklar fırlayıp “baba ne oluyor, darbe neymiş? diye sorana kadar. Gözlerim yaşarıyor, ben 15 yaşındaki oğluma darbe kelimesini nasıl anlatacaktım ki? Çocuklarıma hep demokrasiden bahsetmiştim, modern hayat nedir, insan sevgisi nedir, ülkemizi nasıl daha refaha ve feraha kavuşturabiliriz, hatta diğer ülkelere özellikle de Müslüman ülkelere nasıl yardım edebiliriz diye hep fikirlerimi paylaşmıştım, nasihatler etmiştim. Çocuklarıma bu yüz karası kelime olan “darbe” yi nasıl açıklayacaktım ki? Adeta tutuldum, konuşamıyor ağlayamıyor ve  “çocuklar biraz sessiz olun da konuyu iyice bir anlayalım” diyor vakit kazanmaya çalışıyordum. Saniyeler geçtikçe durumunun ciddiyeti daha da anlaşıyordu. Başbakanımız açıklamalar yapıyor ama beni tatmin etmiyordu. Cumhurbaşkanımız nerde diye hayıflanıyordum, ondan bir ses duysam, içim rahatlayacaktı, ama yoktu çocuklarıma rahat olun çocuklar diyebilmek için bütün kanalları geziyordum, bir umut arıyordum. Birden daha da bir ümitsizliğe kapıldım. O ne öyle, TRT kanalları çalışmıyordu. “Böyle şey mi olur?” diyordum içimi kemirircesine. TRT spikerinin o donuk hali ile “darbe” den söz etmesi artık işin ciddiyetini gösteriyordu. Ailecek televizyonların karşısına geçmişiz, sessiz sessiz olanları izliyorduk, ilk aklıma gelen şeylerden birisi de “yurt dışındaki akademisyen arkadaşlarıma ya da öğrencilerime bu durumu nasıl anlatacağım” diye hayıflanmaktı. Hep ülkemin güzelliklerinden bahsetmiştim, modern hayattan, demokrasiden, İslamiyet’in ne kadar mükemmel ve son din olduğundan, artık Türkiye’nin modernlikten ve demokrasiden taviz vermediğini anlattıkça anlatmıştım. Sahi ne diyecektim? Çocuklarıma ne anlatacaktım, hele de 15 yaşındaki oğlum darbe kelimesini ilk defa duyuyordu. Boğazım yutkuna yutkuna darbeyi anlatıyordum ki; bazı kanallarda cumhurbaşkanımızın cep telefonundan görüntülü sesini duydum…

Hayatımda duyduğum en güzel seslerden biri idi, ümit ışığı dolmuştu bir anda çehreme. Çünkü o Türkiye Cumhuriyetinin Başkumandanı idi. Çok şükür dedim; yaşıyordu ya da gözaltına vs alınmamıştı ve durumu özetliyor ve sokağa çıkmamızı söylüyordu.  Oğlum dayanamıyor, “hadi baba sokağa çıkalım” diye beni sıkıştırıyordu. Allah’ım o körpecik çocuk durumu anlamış, babasına sokağa çıkması için yalvarıyordu. Çok şükür yarabbi diyordum. Korktuğum bu gençlik meğerse ne kadar da cesurmuş. Rahmetli Adnan Menderes’e yapılan darbede, ya da 80 ihtilalinde böyle gençlik var mıydı, olsa idi diyorum eminim bu ihtilallerin hiç biri amacına ulaşamazdı…

Ve oğlum ile sokaklardayız; cevşenler elimizde, gururlu, bu zamanda darbemi olurmuş düşüncesi ile üniversitemizin Fetih camisine gidiyoruz, bizim gibi düşünenler çocuklarını da almışlar camideler. Bu ülkenin sahipsiz olmadığını anlıyorum ve şükür secdesine varıyorum. Selalar, ezanlar, cevşenler uykusuz saatler, bir yanda ellerimizde telefonlarımız, radyodan haberler, diğer sosyal iletişim araçları, haberler alıyoruz…

Ne uzun gece idi Yarabbi! Eminim herkesin gözleri şişmiş bir vaziyette sabah namazlarımızı kılıp, birkaç saatlik uyku ile yeniden irkilircesine uyanıp, haberlerimizi tekrar açıyor idik. Ortam biraz sakinlemişti sanki ama yine de teyakkuzda bulunmak lazımdı. Herkesin gözü Genelkurmay Başkanımızı arıyordu. Ah birde ondan haber alsak hepimiz rahatlayacaktık ki cumartesi akşam üzeri koskoca Genelkurmay Başkanına yapılanları haberlerde dinliyordum. Yarabbi nasıl bir imtihandan geçiyorduk. Bir daha böyle bir darbe olacağına yüzde sıfır ihtimal veren ben şoku atlatamıyor, haberlerdeki özellikle Ankara ve İstanbul’daki kahramanca sivil halkımızın verdiği mücadeleye tanık oluyor, elimden gelen sadece dua ve çaresizce Diyarbakır sokaklarında; “bana her hangi bir görev var mı?” diye tur atıyordum…

Allah’ım! Bunlar birer imtihanımız biliyoruz, kimin yaptıkları ortada, bu paralel yapı denen çete ve ülkeme zarar münafıklar ne melun şeymiş ki her taşın altından çıkıyor. En azılı düşmanlarımız bile meclisimizi bombalayamamışlardı.

Tarihimize ışık tutması için meclisimizde bu darbeyi yansıtan bir müzenin olması gerekiyor. Darbeye destek verenlerin, İnşallah bu son çırpınışları olacak. Artık tüm Türkiye vatandaşları olarak, sağcı solcu diye ayrım yapmayarak kenetlenme zamanı, birlik olma vakti. Tüm şer odaklarından kurtulmamız gerekiyor. Başta hükümetimiz, ana muhalefet ve muhalefet partilerimizin de demokrasi sınavından layıkıyla geçtiğini düşünüyorum. Devlet ve özel kanallarda dimdik ayakta idiler.

Ben ümitliyim ve ailem ve bende demokrasi sınavından alnımızın hakkı ile geçtiğimizi düşünüyorum. Ne yazık ki çocuklarımda artık “darbe” kelimesini öğrenmiş oldular, sahi siz ne yaptınız?

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş