Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Çevreci Nesiller Geliyor…

Yayınlanma

Tarih

Geçen hafta yine çok yoğun günler geçirdim. Doğunun iki güzide üniversitesi Atatürk ve Erzincan Üniversitelerinde davetli olarak “Plastik Hayatlar” adı altında konferanslar verdim. Öğrenciler ile birlikte olmayı seviyorum, her ne şekilde bir davet geldiği zaman asla onları kıramıyorum. Tecrübelerimizi ve bilgilerimizi paylaşmaktan,  samimi bir şekilde beraberce çay içip, onları dinlemekten ve anlamaya çalışmaktan büyük bir haz alıyorum.  Çünkü yarın onlar bizim yerimizi alacaklar, bizden öğrendiklerini tatbik etmeye çalışacaklar. Zaten kültürel yapımız gün geçtikçe değişiyor, bozuluyor… Yaşı otuzu geçmiş olanlar bile  bir on yıl önceki davranışlarımız ile bu günküleri karşılaştırdıklarında ne demek istediğimi hemen anlamıştır. Bu kültürel bozukluklar ve yozlaşmalar karşısında kendi öz Anadolu kültürümüzü kaybetme problemleri ile karşı karşıyayız. Bu durum için önlemler alma zamanımız geldi de geçiyor bile.

Konferanslarımın sıkıcı geçmediğini düşünüyorum, çünkü Türkiye’nin hemen hemen her yerinden konferanslar için beni çağırıyorlar.  Demek ki dinleyicilerim sıkılmıyorlar, bu da  doğru yolda olduğumuzu gösteriyor.

Ne yazık ki Türkiye’nin gündeminde hala yeterince “Çevre Bilinci” gündeme gelemedi. Gelişmiş tüm ülkelerde çevre bilincine çok önem veriliyor. Çok güzel projeler yapılıyor. Öğrencilere bitki ve hayvan sevgisi aşırı şekilde verilmeye çalışılıyor. Bu tip ülkelerde hiç bir bitkiye yada ağaca zarar veren insan göremezsiniz, veya bir hayvana eziyet eden çocuklar ile karşılaşamazsınız.

21 Mart 2016 tarihinde başlayan bir haftalık Portekiz ziyaretim sırasında kasabalarındaki her bir ağaca künye vermeleri çok hoşuma gitmişti, adeta tüm ağaçlar koruma altına alınmış. Bizde de tüm şehirlerimizde ki ağaçların korunması için her yerde  böyle bir künyeleme işlemine geçilmesi gerekmektedir.

Çevre bilinci olmaz ise çevre kirliliği oluyor, bazen insanlar çevreyi kirlettiklerini bile bilmiyorlar. O yüzen bu tip konferanslar çok önemli. Özellikle de Öğrenci kulüpleri eğer böyle organizasyonlara el atarlarsa yüz katılımcının çevresindeki on kişiyi bilgilendirmesiyle çevre bilinci artan kişi sayısını en az bin olarak düşünebiliriz. Çevre yaşam kaynağımızdır ve onu temiz tutmak, korumak en temel görevlerimizden biridir. Bu yüzden bu tür faaliyetlerde gönüllülük esastır.

Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi ve Erzincan Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğrencileri Kulüpleri bu açıdan bakıldığında çok önemli işlere imza atmışlardır. Öğrencilerimiz gönüllü olarak bu işler ile ilgilendiklerinden dolayı hem daha bilinçli bir şekilde konferansa sahip çıkıyorlar, hem de çevrelerine pozitif enerji yayıyorlar.

Atatürk Üniversitesi öğrencilerinin el emekleri ile yaptıkları kese kağıtlarını görmeliydiniz. Kendi yaptıkları her bir kese kağıdının  üzerine çevre bilincine, plastik ve naylon poşet kirliliğine ait vermiş oldukları kısa kamu spotu benzeri ifadelerin yazılmış olması takdire şayandı… Eminim ki bu emeklerini ve faaliyetlerini ömür boyunca unutmayacaklar ve gururla anlatacakları çok güzel, aynı zamanda da yapıcı anılar olarak sohbetlerini süsleyecektir. Ve her şeyden önemlisi “ben yaşadığım çevreyi korumak ve gelecek nesillere çevre bilincini aşılamak adına bu faaliyetleri yaptım” diye bir sorumluluk duygusu kazanacaklardır. Aldıkları nefesin hakkını vermenin vicdan rahatlığını yaşayacaklarıdır…

Sadece dinleyen öğrencilerim ve katılımcılar bile çevre bilincini kazansalar bu benim için yeterlidir diye düşünüyorum. Çünkü bu güzelim yaşanılası dünyamızı biz kirli almadık ama özellikle de son yıllarda ne yazık ki gün geçtikçe de çevremizi daha da çok kirlenmekteyiz.  Şuursuzca kirlettiğimiz toprağımız, bitkilerimiz ve hayvanlarımızdan sonra bizlere de sıra geldiğini unutmayalım. Çevremizi kirletmeye, hiç bir canlı ya da cansız varlığa zarar vermeye hakkımız olmadığını artık anlamak zorundayız.

Konumuz daha çok “naylon poşet kirliliği” idi. Konuşmamın sonunda; “her bir naylon poşete 10 kuruş vergi getirirsek bu problemi çözeriz” demiştim. Belki Türkiye’mizin bu konu ile ilgili en yetkilileri bu sloganımıza kulak verirler de artık bu dertten kurtuluruz.

Çevreci gençlerin gelecek adına beni umutlandırdığı bu organizasyonlarda emeği geçen Erzurum Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zühal Güvenal ve Erzincan Üniversitesi Eczacılık Fakültesi dekanı Prof. Dr. Yücel Kadıoğlu hocalarımıza, Erzurum Mavi Düşünce Akademisi Başkanı Hakan Akbaba ve Şehir ve Kültür Araştırmaları Derneği Başkanı Murat Ertaş beylere, Atatürk Üniversitesi  Farmaktif Kulübü Başkanı Muhammed Ali Aslan ve bu organizasyonu kurgulayan Hatice Girgin’e, Erzincan Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğrencileri Kulübü Başkanı Zafer Karadoğan ve ismini burada yazamadığım kulüp   üyesi öğrencilerime ve beni dinlemeye genel herkese teşekkürlerimi sunar, çevre bilinci kazanma ve sağlıklı bir yaşam  adına atılan bu adımların artarak devamını dilerim…

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonu: Oksitosin

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bir seçim sürecini daha atlattık, çok şükür. Üzülenler ve sevinenlerin iç içe olduğu anlara tanıklık ediyoruz.

Hayatım boyunca görev değişikliklerinde basının önünde yapılan törenlere çok anlam veremedim. Üzüntülü bir insanı toplum önünde uğurlamak hiç te hoş bir şey değil.

Düşünsenize zaten bir seçimi kaybetmişsiniz ve o kadar kalabalığın sizi uğurlaması, kazanan kişi ve etrafındakilerinin alaycı bakışları arasında kendi arabanıza binmeniz, nasıl bir iç âleminizde yankılar uyandıracaktır, düşünemiyorum bile.

Ülke olarak zaten bürokrasiye, protokole, şana, şöhrete, makam arabalarına çok önem veren bireyleriz.

Normal hayata dönerken çok zorlanacaklarına da eminim.

Gerçi diyebilirsiniz, buna katlanmak ta bir erdemliktir.

Keşke o erdemi gösterebilsek, zaten şan ve şöhrete de bu kadar düşkün olmayız demektir.

Seçim bitti artık. Şu an için sadece ülkemize ve halkımıza yapılacak hizmetlere odaklanmak gerekiyor.

Verilen vaatlerin yapılması ve uygulanabilir hale getirilmesi en büyük heyecan olmalı.

Ama sosyal medyada bazı insanlar karşı tarafa verilen oyları hainliklerle suçlamaya başlamışlar bile.

Öyle olmamalı,

Ülkemizin güçlü bir kurumsal yapısı olursa zaten hiçbir kimse bu ülkeye hainlik yapamaz. Akılından bile geçirmemeli.

Ben aslında çok farklı bir konuya temas edecektim ama konu nereden nereye geldi.

Konumuz karamsarlık ya da insanların birbirini sevmemeye başlaması. Şefkatsiz bir nesilin ortaya çıkması.

Yani

Sarılma ya da kendini iyi hissetme hormonumuz oksitosinin değerinin düşük olması. Yani Allah’ın bir lütfu olan hipotalamus tarafından üretilen ve fiziksel olarak şefkatli olduğumuz zaman salınan oksitosin hormonumuzu güçlendirmemiz gerekiyor.

Aslında oksitosinin salgılanması çok basit.

Şefkatli olmak ve sarılmak. Bu sağlığınızı da olumlu etkiler.

Kadınlarda oksitosin hormonu erkeklere göre ise daha yüksektir. Kadınlarımız daha şanslı yani. İdareciliklerinde de genelde şefkat kahramanlıkları daha bir ön plana çıkıyor.

Bırakalım artık seçim sürecini.

Hadi sarılalım ve şefkatle birbirimizi kucaklayıp oksitosin hormonunu salgılayarak ülkemize hizmet etmeye ve neşeli bir hayat sürmeye devam edelim.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Sonunda Küresel İklim Çekirgeleri de Çıldırttı!

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Geçen gün Anadolu ajansında Science Advance dergisindeki bir makalenin 15 yıllık çalışmalarının anlatıldığı bir haber vardı.

Okudukça şok oluyorsunuz.

1985-2020 yılları arasındaki çöl çekirge istilalarını incelemişler. 48 ülkeyi ele almışlar ama en fazla Fas, Kenya, Nijer, Yemen ve Pakistan’ın etkilendiğini görmüşler. Çekirge sürülerinin yüz binlerce dönüm araziyi talan ettiğine şahit olmuşlar.

Araştırmacıların çöl çekirgesi istilasının hava sıcaklığına, toprağın nemine, yağış miktarına ve rüzgâra bağlantılı olduğunu tespit etmeleri gerçekten de çok ilginç. Yani çorak bölgelerin ani ısı değişiklikler yaşaması ve ani yağmur yağışları ile çekirge sayısının etkilendiği vurgusunu yapmışlar.

Eninde sonunda bu istilanın Batı Avrupa ve Batı Orta Asya’ya geleceğini belirtmişler.

Haberde Dünya Bankası; 2003-2005 yıllarında Batı Afrika bölgelerindeki çekirge istilasının 225 milyar dolar gibi büyük akademik kayıplara neden olduğunu açıklanmış.

Düşünsenize şuursuzca etrafımızı kirletmemiz sağlığımızı sadece sağlığımızı bozmuyor, ekonomimizi de felç ediyor.

Yıllardır söylüyorum. Plastiğin vermiş olduğu kirlilik sonucu karbon döngüsü ile karbondioksit salınımını tetikliyor diye.

Geri dönüşüm ünitelerimiz yetersiz, insanlar hala çevresini kirletiyor. Resmi kurumlar kirliliği önleme konusunda etkisiz ya da bilinçsiz.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman her yerde gözünüzü acıtan nahoş bir kirlilik ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

Fosil yakıtlarımızdan hala sera gazları bol miktarda salınıyor.

Orman tahribatını önlemede yetersiz kalıyoruz.

Endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan gazlar havamızı kirlettikçe kirletiyor.

Tarım topraklarımız verimsizleşmiş.

Su kaynaklarımız azalmış.

Tüm dünyada bu problemler gün geçtikçe de artmaya devam ediyor.

Önlemler konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çevreye verdiğimiz zararlar küresel iklimi de ekliyor.

Şubat ayında günlük güneşlik bir hava var.

Kar ve yağmur yağışları yetersiz.

Dünyamız ısındıkça ısınıyor.

Sonunda küresel iklim değişikliği çekirgeleri de çıldırtmış.

Sırada ne var acaba?

Kaynak

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/arastirma-iklim-degisikliginin-getirdigi-dengesiz-hava-kosullari-cekirge-istilalarini-artiracak/3138108#

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Amerika’da üniversiteleri ziyaret ettiğim zamanlarda bir üniversitedeki hoca ile görüşme talep etmiştim. Pazartesi günü müsait olup olmadığını sorduğum zaman hocanın “bugün golf maçım var hocam yarın görüşebilir miyiz” demesine çok şaşırmıştım.

Mesai saatlerinde bile kendisine zaman ayırıyordu. 

Bizim üniversitemizde birisi benden mesai saatlerinde randevu istese ve yurt dışından geldiğini de öğrensem en kısa zamanda randevu vermeyi kendime hep düstur edindim.   

Bırakın mesai saatlerini, mesai saatleri dışında bile akademik çalışmalarım hep dolu dolu geçti.

Hafta sonlarında da odamda çok olmuşumdur. 

Profesör olana kadar laboratuvardan hiç çıkmadım. Profesör olduktan sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerimle akademik çalışmalarımı aksatmadan devam ettirdim. 

Bazen “hobileriniz nedir? hocam” sorusunu atlatmaya çalıştığım çok olmuştur. 

Doğru ya akademik çalışma yapmaktan başka hobilerimiz mi? Neler ki acaba?  

Bu soruya cevap vermem çok zor cidden. 

Bazen işlerim azaldığında kendimi boşlukta hissediyorum. 

Tatile çıktığımızda bile tarihi ya da doğal güzellikte olan yerlerin fotoğraflarını çeker ve gördüklerim ile ilgili köşe yazıları yazmaya çalışırım. 

Doğrumu yapıyorum bilmiyorum. 

Bazen iç alemimde kendimle hesaplaşıyorum.

Belki de sadece seyretsem ya da kendim için baksam. 

Ama yapamıyorum işte. 

Böyle alışmışım böyle de gidecek galiba. 

Kendimi değiştirebilir miyim diye sorgulamıyor da değilim hani. 

Böyle mi yetiştik dersiniz. 

Ortasını bir türlü bulamadık mı ya da. 

Bir kısmımızın özgeçmişleri tertemizken bazılarımızın da yaptıkları sayfalara sığmıyor. 

Belki de bu uçurum yapılan çalışmalara veya işlere önem verilmemesinden. 

Ya da değerler çakışması var.

Hatta liyakat kavramını unutmuşluk var.

Sizin daha da açabileceğinize eminim tabi ki…

Bu durumlar da uçurumların artmasına neden oluyor. 

Bende abarttığımı biliyorum. 

Bazen de hayatı yavaşlatmalı mı ki insan. 

Diye düşünmüyor da değilim. 

Siz ne düşünüyorsunuz. 

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş