Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Çevre katili olan sigara izmaritlerini yere atmayınız!

Yayınlanma

Tarih

Son yıllarda tüm dünya da plastik atıklar veçevremizi kirleten her şey hakkında müthiş bir mücadele başladı.

Çok güzel şeyler oluyor çevremizi temizleme adına,

İnsanlarda farkındalıklar oluşmaya başladı, çevre bilincimiz gün geçtikçe gelişiyor.

Şuurlanmayada başladık.

Neden ve niçin gibi sorular ile çevremizi kirleten şeyleri sorguluyoruz artık.

Bunun yanında gözden kaçırmamamız gerek çok önemli bir kirlilik daha var.

Oda çevremizin katili diyebileceğimizsigara izmaritleri.

Sigara izmaritlerini sağa sola gelişi güzel atan insanların sayısı hiç de az değil.

Arabalarından pencerelerini açıp, büyük bir keyifile sigara izmaritlerini yollara fırlatanlar insanların sayısı hiç te az değildir.

Caddelere sigara izmaritlerini atanlar da nasıl bir zevk var acaba? Ya da hangi psikolojik durumu ile bu davranışlarını gösteriyorlar.

Sokakta yüzünüze sigara dumanını üfleyip, bitince de sigara izmaritini yere atanlarane demeliyiz?

Ne yazık ki artık okyanuslarımızdan tutun, yaşadığımız her alanımızda sağımızda solumuzda bu sigara izmaritlerini görüyoruz.

Ama sigara izmaritleri masum değildir.

Yapılan çalışmalar sigara izmaritlerinin sularımızı ve toprağımızı kirletmeye başladığını göstermektedir.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) raporuna göre, 1950′lerde tütün endüstrisi tarafından sigarayı filtrelenmemiş sigaralara daha sağlıklı bir alternatif haline getirmek için sigara filtreleri oluşturulmuştur.

O zaman ki üreticiler filtrelenmiş sigaraların daha sağlıklı olduğunu iddia etmekte idiler.

Ve bunun sonucu olarak ta dünyada ne yazık ki hızla her yerde sigara içenlerin sayısında artma olmuş ve çevremizde atılanizmarit çöp yığınları oluşmuştur.

Her yıl bu filtrelerle yapılan 5.6 trilyon sigaradan, neredeyse üçte ikisi sorumsuzca yere atılıyor.

Sigaradaki filtreler küçük plastik parçacıklardan yapılmıştır ve ayrışması yıllar alıyor.Atıkları ise hiçbir işe yaramıyor.

Çöp yığınları arttıkça artıyor. Çevremiz ise gün geçtikçe kirlendikçe kirleniyor.

Sigara filtrelerinin verdiği zararlardan dolayı, otlar büyümüyor, yoncalar gelişmiyor, çimlenme azalıyor.

Çünkü yere atılan sigara izmarit filtrelerin çoğunda nikotin, arsenik ve ağır metaller gibi çok zararlı kimyasallar var.

DSÖ, tütün ürünü atığının çevreye sızan ve ortamda biriken bilinen insan kanserojenleri de dâhil olmak üzere 7.000′den fazla toksik kimyasal içerdiğini açıkladı.

Yanlış okumadınız yedi binden fazlazararlı kimyasal madde varmış…

Bu zehirli atık sokaklarımız, drenajlarımız ve suyumuz ile birleşiyor.

Araştırmalar, nikotin, arsenik ve ağır metalleri içeren atılan izmaritlerden sızan zararlı kimyasalların sucul organizmalar için akut toksik olabilecekleri sonucunu veriyor.

Dünyada bazı gönüllü insanlar ve devletler sigara izmaritlerine savaş açmışlar. Plajlardan, okyanuslardan sigara izmaritlerini ve diğer çöpleri temizliyorlar.

Ne kadar güzel davranışlar sergiliyorlar değil mi?

Sigara içenlere sesleniyorum. Düşünsenize, sizin sadece keyfiniz için içtiğiniz ve sokaklara attığınız izmaritleri bir avuç gönüllü insan çevreye zarar vermesin diye toplamaya çalışıyor.

Bu satırları okuduğunuz halde,  hala vurdumduymaz olarak yaşantınıza devam edecekmisiniz?

Ya da çevremizi kirletmeye?

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Şehidin Helvası Sizin Ocakta Kavrulmadıkça

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bugün, Yozgat Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü ile Şehit Aileleri Derneği’nin büyük emekler vererek hazırladığı “Şehadetin Başladığı Noktadan Sonsuzluğa” sergisini gezdim.

Sergi, Yozgat’ın tarihi Eski Askerlik Şubesinde açılmıştı.

Mekânın kendisi bile insanın yüreğini burkarken, odalara girip aziz şehitlerimizin şehit düştükleri anda üzerlerinde bulunan kıyafetlerini, özel eşyalarını görmek tarifsiz bir duygu seline kapılmama vesile oldu. Her fotoğrafın önünde uzun uzun durdum. Çünkü bu fotoğraflar yalnızca birer kare değil, vatan uğruna toprağa düşen yiğitlerin soluklarıydı.

En çok da şehitlerimizin elbiselerinin önünde sustum.

Düğümlendim adeta.

Sanki o giysilerin üzerinde hâlâ onların kokusu vardı.

Hissediyordum.

Bedenim titredi, yüreğim sızladı. O anda elimden sadece dua etmek, içimden Fatiha okumak geldi. O an hissettiğim şeyleri kelimelerle anlatmam mümkün değil.

Sizlerde yaşamalısınız.

Her köşede, her eşyanın üzerinde bambaşka bir yaşanmışlık vardı. Hele bir şehit annesinin kaleminden dökülen şu cümle karşıma çıkınca, olduğum yerde kaldım:
“Şehidin helvası sizin ocakta kavrulmadığı sürece size hep tatlı gelecek.”

Bu söz, yüreğime hançer gibi saplandı. Bir annenin acısını anlatan bundan daha sarsıcı bir ifade olabilir mi?

Serginin en dikkat çekici bölümlerinden biri ise, özellikle Yozgat ve ilçelerinden 371 şehidimizin künyelerinin yer aldığı, üzerine “Onlar ki ağaçta yaprak kadar çoktular” yazılı temsili ağaç oldu. O ağacın her yaprağı, bu vatan için canını feda eden bir yiğidin hatırasını taşıyordu. O an, sadece bir ağaç değil, kökleri şehadetle, dalları umutla yoğrulmuş bir milletin dirilişini gördüm.

Bir de Recep Kunduz kardeşimin canlı okuduğu “Şehit Tahtında” ilahisini dinledim… İşte o an, gözlerim buğulandı, içimdeki manevi duygular daha da coştu.

Hala da etkisindeyim.

Yozgat halkı bu sergiye olağanüstü bir ilgi göstermişti. Sergi salonu öyle kalabalıktı ki, bu ilginin ne kadar anlamlı bir karşılık bulduğunu hissettim.

Çünkü bugünlerde bizim en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, işte tam da bu:

Milli ve manevi duygularımızı yeniden diriltmek.

Maalesef, zamanla başkalaşmışız…

Sevdalarımız değişmiş, kültürümüzü, gelenek ve göreneklerimizi unutmuşuz. Başka âlemlere dalıp gitmişiz. Oysa uyanmamız, silkelenmemiz gerekiyor. Ve işte böyle sergiler, bize o silkelenmeyi, o uyanışı hatırlatıyor.

Bu vesileyle; bu anlamlı sergiye öncülük eden Yozgat Aile Sosyal Hizmetler İl Müdürü Arif Topal’a, Yozgat Şehit Aileleri Derneği Başkanı Gökay Açıkgöz’e ve görünmeyen kahraman emekçilere şahsım adına en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Soframızdaki Nitrat ve Nitrit Gerçeği: Dost mu, Düşman mı?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Günlük hayatımızda sıkça duyduğumuz, sosyal medyada da videolarda bolca açıklaması yapılan ama çoğumuzun ne olduğunu tam bilmediği iki madde var: nitrat ve nitrit.

Özellikle paketli gıdaların etiketlerinde ya da işlenmiş et ürünleriyle ilgili haberlerde nitrit ismi göze çarpar.

Çoğunlukla bu maddeler ile ilgili çıkan haberlerde “kanser riski” vardır ifadesi bizleri ürkütüyor. Ancak bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, bu maddeler sadece “zararlı” değil. Doğru kaynaklardan alındığında vücudumuza faydası var.

Nitrat Nereden Geliyor?

Nitrat soframıza günlük aldığımız sebzelerden yaklaşık %80’inden geliyor. Özellikle ıspanak, marul, pancar, roka, kereviz gibi yeşil yapraklı sebzeler nitrat açısından oldukça zengin olduğunu görüyoruz. Az bir kısmı ise içme suyundan ve az miktarda meyvelerden geliyor.

Nitritin kaynağı ise farklı. İşlenmiş etlerde (salam, sucuk, sosis gibi) nitrit gıda katkı maddesi olarak kullanılabiliyor. Bu da çoğu zaman kafalarda soru işareti oluşturuyor.

Ancak unutulmaması gereken nokta şu: Nitrit sadece dışarıdan alınmıyor, aynı zamanda vücudumuzda da oluşuyor. Ağzımızdaki faydalı bakteriler ve sindirim sistemimizdeki bazı biyolojik yollar, nitratı nitrite dönüştürüyor. Yani siz yediklerinizden nitrat alırsanız o vücudumuzda rahatlıkla nitrite dönüşüyor.

Nitrat ve Nitrit Vücudumuzdaki işlevleri neler?

Vücudumuzda tam bir kimyasal reaksiyonlar olduğunu görüyoruz. Vücudumuza giren nitrat ve nitritler, nitrik oksite dönüşüyor. Bu mucizevi kimyasal nitrik oksit damarlarımızı gevşeterek tansiyonu düşürüyor, kalp ve damar sağlığımızı destekliyor, hatta bağışıklık sistemimizde mikroplarla savaşmada rol alıyor.

Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, sebzelerden gelen nitratın “doğal bir tansiyon ilacı” gibi işlev görebildiğini gösteriyor. Özellikle “DASH diyeti” olarak bilinen, sebze ve meyve ağırlıklı beslenme programının tansiyonu düşürmede etkili olmasının nedenlerinden biri de bu nitrat içeriği olabilir.

Peki, zararları var mı?

Kısaca yazmak gerekirse, her şeyin fazlası nasıl zarar veriyorsa, nitrat ve nitritler için de aynı durum geçerli.

  • Bebeklerde risk: Altı aydan küçük bebekler yüksek nitrat içeren sulara ya da sebzelere maruz kalırsa “mavi bebek sendromu” olarak bilinen ciddi bir tablo ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle uzmanlar, bebeklere erken dönemde ev yapımı ıspanak, pancar, havuç gibi sebzelerin verilmesini önermiyor.
  • İşlenmiş etler: Salam, sucuk, sosis gibi ürünlerde koruyucu olarak eklenen nitritler bazı koşullarda kansere yol açabilen bileşiklere dönüşebiliyor. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü ve birçok sağlık otoritesi, kırmızı et tüketiminin sınırlı tutulmasını, işlenmiş etlerin ise mümkün olduğunca az tüketilmesini tavsiye ediyor. Keşke hiç tüketmesek…

Burada dikkat etmemiz gereken husus ise sebzelerden gelen nitrat ve nitrit ile işlenmiş etlerden gelenler ile aynı kefeye konmamalı. Çünkü sebzeler sadece nitrat içermez; aynı zamanda vitaminler, antioksidanlar ve lif gibi sağlığımızı koruyan başka birçok bileşik de sunar. Bu koruyucu maddeler, potansiyel zararlı etkileri büyük ölçüde dengeler.

Sonuç olarak, günlük hayatta nelere dikkat edelim?

  • Soframızda bolca sebze ve meyve tüketelim. Özellikle yeşil yapraklı sebzeler hem vitamin hem de kalp-damar sağlığını destekleyen nitrat açısından zengin.
  • İşlenmiş etleri günlük hayatımızdan çıkaralım.
  • Bebeklere erken dönemde nitrat açısından zengin sebzeleri vermekten kaçınalım.
  • İçme suyumuzun kalitesinden emin olalım. Özellikle köylerde ve kırsal alanlarda kullanılan kuyularda nitrat seviyesi yüksek olabilir. Resmi makamlardan destek alıp su analizlerini devamlı yaptırmak gerekiyor.

Kaynak: The American Journal of Clinical Nutrition Volume 90, Issue 1, July 2009, Pages 1-10

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Mikroplastikler: Organlarımızdan Beynimize Sinsice Yürüyen Tehlike

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Her gün farkında olmadan soluduğumuz hava ile, yediklerimizle ve içtiklerimizle vücudumuza minik plastik parçacıkları alıyoruz. Bunlara mikroplastik diyoruz.

Boyutları beş milimetreden küçük olabiliyorlar.

Yıllardır denizlerde, nehirlerde, toprakta bulunduğu bilinen bu parçacıklar, sadece çevre sorunu ve kirliliği değil; doğrudan sağlık sorunu haline geldi. Son bilimsel çalışmalar, mikroplastiklerin insan vücudunun sekiz farklı organ sisteminde bulunduğunu ortaya koyuyor: kalp-damar, sindirim, endokrin, deri, lenf sistemi, solunum, üreme ve idrar yolları… Hatta anne sütünde, kanda, idrarda ve bebeklerin ilk dışkısında bile tespit edilmiş durumda.

Daha da çarpıcı olanı, geçen yıl yayımlanan bir araştırmada, mikroplastiklerin beynimizdeki koku soğancığında (olfactory bulb) bulunduğu ortaya çıktı. Yani bu parçacıklar, burnumuzdan girip, koku sinirleri üzerinden doğrudan beyne ulaşabiliyor. Normalde beyni koruyan kan–beyin bariyerini aşmak çok zordur. Ancak mikroplastikler bu engeli dolanarak en hassas bölgelerimize kadar girebiliyor.

Neden Tehlikeli?

Mikroplastikler sadece plastik değil; üzerlerine çevreden toksik kimyasallar, ağır metaller ve hastalık yapıcı mikroorganizmalar da tutunabiliyor. Vücudumuza girdiklerinde şu riskleri taşıyorlar:

  • Oksidatif stres: Hücrelerimizde serbest radikal üretimini artırarak hücre duvarlarına, proteinlere ve DNA’ya zarar verebilirler.
  • Kronik iltihap: Bağışıklık hücrelerini sürekli uyararak Alzheimer, Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkların seyrini hızlandırabilirler.
  • Mikro damar tıkanıklıkları: Özellikle kalp-damar sisteminde küçük pıhtı oluşumlarına neden olabilirler.

Mikroplastiklerin başlıca kaynakları şöyle özetleyebiliriz: Tek kullanımlık plastik şişeler ve gıda ambalajları, Sentetik elyaflı kıyafetlerin yıkanmasıyla suya karışan mikro lifler, Kozmetiklerde kullanılan mikro boncuklar, Lastik aşınmasıyla yollara ve havaya karışan partiküller.

Ne Yapabiliriz?

  • Plastik kullanımını azaltmak: Tek kullanımlık ürünleri kullanmamız gerekmektedir.
  • Cam veya paslanmaz çelik kullanmayı teşvik etmeli önce kendimiz kullanmalıyız. Su ve yiyecek saklamada plastik yerine tercih etmeliyiz.
  • Havayı filtrelemek: Özellikle kapalı alanlarda mikro liflerin solunmasını azaltmak. için önlemler alınmalı.
  • Çevre politikalarını desteklemek: Plastik kirliliğini azaltacak düzenlemelere sahip çıkmak.

Mikroplastikler görünmez olabilir, ama etkileri görünmez değil. Bugün çevrede gördüğümüz plastik atıklar, yarın hücrelerimizde, beynimizde olabilir. Bu sessiz işgali durdurmak için hem bireysel hem toplumsal adımlar atmak zorundayız. Çünkü plastik kirliliği sadece çevre meselesi değil, gelecek nesillerin sağlığı meselesidir.

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş