Bizimle iletişime geçin

Köşe Yazıları

Mikrodalga Sağlığa Zarar Veriyor mu?

Yayınlanma

Tarih

Son yıllarda mikrodalga fırınlarının kullanımı oldukça arttı. Evlerimizde, kısa süreli kaldığımız otellerde, hatta iş yerlerimizdedevamlı yiyeceklerimizi ısıtmak için mikrodalga fırınları kullanmaya başladık. Bu kadar kullanımının artmasının nedeni ise yüksek enerji vererek yiyeceklerimizi çok kısa sürede ısıtıyor olması.

Başta kulağa hoş geliyor tabiki. Pratiklik de sağlıyor. Zaman tasarrufumuz da oluyor.

Ama yıllar sonra yiyeceklerimizi ısıtmak için kullandığımız mikrodalgadan oluşan radyasyonlarının verebilecekleri zararları şu an için tahmin edemiyoruz.

Mikrodalgalar, su moleküllerinin çok yüksek frekanslarda etkilenmesine, buhara dönüştürülmesine ve böylece yiyeceklerimizi kısa sürede ısıtmamızı sağlıyor.

Bununla birlikte verilen güçlü enerjiden dolayı ısıtılan yiyeceğin kimyasal yapısı bozulabiliyor veya değişebiliyor. Kimyasalların yapısındaki ikili üçlü bağların kırılması ile de bambaşka farklı bir kimyasal maddelere dönüşmesi ile son derece tehlikeli bir kimyasal madde oluverebiliyor.

Geleneksel ısıtma ile mikrodalgada ısıtma arasındaki en önemli farksöyleyecek olursak, mikrodalgaların gıdalardaki moleküllerin yapılarını bozması, geleneksel ısıtmada ise enerjinin düşük olması nedeni ile gıdalardaki moleküllerin yapılarının bozulmaması olarak kısaca açıklayabiliriz.

Tabi bu konu ile ilgili çok daha fazla detaylı çalışmaların yapılması gerekiyor.

Aşağıda yapılan bazı çalışmaları özetliyorum:

2003′te yapılan Gıda ve Tarım Bilimleri Dergisi’nde yayınlanan bir araştırmada, mikrodalgaların brokoliyi nasıl etkilediği incelendi vebrokolinin mikrodalgaya maruz kaldıktan sonra yararlı antioksidanlarının yüzde 97′sini kaybettiği bulundu.

Sarımsak kullanılarak yapılan bir araştırma da ise, bir mikrodalgada sadece 60 saniyenin temel aktif bileşeninin (allinaz) işe yaramaz hale getirdiği bulundu.

Mikrodalgaların ayrıca anne sütünde bulunan bağışıklık arttırıcı ajanları yok ettiği de bulundu. Örneğin, bir çalışma da mikrodalga fırında anne sütünün lizozim aktivitesinde ve antikorlarda bir azalmaya neden olduğu ve daha patojenik bakterilerin büyümesine yardımcı olduğu görüldü.

Bir Japon çalışmasında, sadece 6 dakikalık mikrodalga ısıtmasının sütte bulunan B12′nin yaklaşık yüzde 40′ınındeğiştiğini ve besin değerinin azaldığını tespit ettiler.

Tarihi gıda bileşimi üzerine yapılan son üç çalışma, taze ürünlerde yaygın olarak bulunan bazı minerallerde yüzde 40′a varan düşüşler gösterdiğini ve proteinlerin bozulduğu tespit edildi.

1999 yılında yapılan bir İskandinav çalışmasında da mikrodalgada kuşkonmaz pişirmenin vitaminlerde bir azalmaya neden olduğu bulunmuş(Kidmose U ve Kaack K. Acta. AgriculturaeScandinavica B1999: 49 (2) .110-117).

Bu bilgiler ışığında:

1-               Yiyeceklerinizi kesinlikle plastik kaplarda mikrodalga ileısıtmayınız. Birçok çalışma, çoklu plastik ürünlerin çeşitli hormonları bozan kimyasallar içerdiğini ve ısıtılan kaptan yemeğinize kimyasalların geçmesinden dolayı vücudumuza zarar vermesi muhtemeldir.

2-               Süt mikrodalgada ısıtılmamalı, özellikle bebekler için hazırlanan biberonlarındaki sütler mikrodalgada ısıtılmaması gerekmektedir.

3-               Bir yiyecek birden fazla mikrodalgada ısıtılmamalı.

4-               Bebek ve küçük çocuklar için tasarlanan yiyecek veya içecekleri mikrodalga fırında ısıtmayın.

5-               Sebzeli yemeklerinizi hiç ya dabirden fazla mikrodalgada ısıtılmamasını tavsiye edebilirim.

Yararlandığım kaynak: https://www.collective-evolution.com/2017/02/17/why-heating-your-food-with-microwave-radiation-might-be-a-terrible-idea/?fbclid=IwAR37N6FrfWQwlSfI9eFAPT5HR5V19z6mBkQQVuh3fvqKKtLt66-GG1hd-Ns

Okumaya devam et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Şehidin Helvası Sizin Ocakta Kavrulmadıkça

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Bugün, Yozgat Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü ile Şehit Aileleri Derneği’nin büyük emekler vererek hazırladığı “Şehadetin Başladığı Noktadan Sonsuzluğa” sergisini gezdim.

Sergi, Yozgat’ın tarihi Eski Askerlik Şubesinde açılmıştı.

Mekânın kendisi bile insanın yüreğini burkarken, odalara girip aziz şehitlerimizin şehit düştükleri anda üzerlerinde bulunan kıyafetlerini, özel eşyalarını görmek tarifsiz bir duygu seline kapılmama vesile oldu. Her fotoğrafın önünde uzun uzun durdum. Çünkü bu fotoğraflar yalnızca birer kare değil, vatan uğruna toprağa düşen yiğitlerin soluklarıydı.

En çok da şehitlerimizin elbiselerinin önünde sustum.

Düğümlendim adeta.

Sanki o giysilerin üzerinde hâlâ onların kokusu vardı.

Hissediyordum.

Bedenim titredi, yüreğim sızladı. O anda elimden sadece dua etmek, içimden Fatiha okumak geldi. O an hissettiğim şeyleri kelimelerle anlatmam mümkün değil.

Sizlerde yaşamalısınız.

Her köşede, her eşyanın üzerinde bambaşka bir yaşanmışlık vardı. Hele bir şehit annesinin kaleminden dökülen şu cümle karşıma çıkınca, olduğum yerde kaldım:
“Şehidin helvası sizin ocakta kavrulmadığı sürece size hep tatlı gelecek.”

Bu söz, yüreğime hançer gibi saplandı. Bir annenin acısını anlatan bundan daha sarsıcı bir ifade olabilir mi?

Serginin en dikkat çekici bölümlerinden biri ise, özellikle Yozgat ve ilçelerinden 371 şehidimizin künyelerinin yer aldığı, üzerine “Onlar ki ağaçta yaprak kadar çoktular” yazılı temsili ağaç oldu. O ağacın her yaprağı, bu vatan için canını feda eden bir yiğidin hatırasını taşıyordu. O an, sadece bir ağaç değil, kökleri şehadetle, dalları umutla yoğrulmuş bir milletin dirilişini gördüm.

Bir de Recep Kunduz kardeşimin canlı okuduğu “Şehit Tahtında” ilahisini dinledim… İşte o an, gözlerim buğulandı, içimdeki manevi duygular daha da coştu.

Hala da etkisindeyim.

Yozgat halkı bu sergiye olağanüstü bir ilgi göstermişti. Sergi salonu öyle kalabalıktı ki, bu ilginin ne kadar anlamlı bir karşılık bulduğunu hissettim.

Çünkü bugünlerde bizim en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, işte tam da bu:

Milli ve manevi duygularımızı yeniden diriltmek.

Maalesef, zamanla başkalaşmışız…

Sevdalarımız değişmiş, kültürümüzü, gelenek ve göreneklerimizi unutmuşuz. Başka âlemlere dalıp gitmişiz. Oysa uyanmamız, silkelenmemiz gerekiyor. Ve işte böyle sergiler, bize o silkelenmeyi, o uyanışı hatırlatıyor.

Bu vesileyle; bu anlamlı sergiye öncülük eden Yozgat Aile Sosyal Hizmetler İl Müdürü Arif Topal’a, Yozgat Şehit Aileleri Derneği Başkanı Gökay Açıkgöz’e ve görünmeyen kahraman emekçilere şahsım adına en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Soframızdaki Nitrat ve Nitrit Gerçeği: Dost mu, Düşman mı?

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Günlük hayatımızda sıkça duyduğumuz, sosyal medyada da videolarda bolca açıklaması yapılan ama çoğumuzun ne olduğunu tam bilmediği iki madde var: nitrat ve nitrit.

Özellikle paketli gıdaların etiketlerinde ya da işlenmiş et ürünleriyle ilgili haberlerde nitrit ismi göze çarpar.

Çoğunlukla bu maddeler ile ilgili çıkan haberlerde “kanser riski” vardır ifadesi bizleri ürkütüyor. Ancak bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, bu maddeler sadece “zararlı” değil. Doğru kaynaklardan alındığında vücudumuza faydası var.

Nitrat Nereden Geliyor?

Nitrat soframıza günlük aldığımız sebzelerden yaklaşık %80’inden geliyor. Özellikle ıspanak, marul, pancar, roka, kereviz gibi yeşil yapraklı sebzeler nitrat açısından oldukça zengin olduğunu görüyoruz. Az bir kısmı ise içme suyundan ve az miktarda meyvelerden geliyor.

Nitritin kaynağı ise farklı. İşlenmiş etlerde (salam, sucuk, sosis gibi) nitrit gıda katkı maddesi olarak kullanılabiliyor. Bu da çoğu zaman kafalarda soru işareti oluşturuyor.

Ancak unutulmaması gereken nokta şu: Nitrit sadece dışarıdan alınmıyor, aynı zamanda vücudumuzda da oluşuyor. Ağzımızdaki faydalı bakteriler ve sindirim sistemimizdeki bazı biyolojik yollar, nitratı nitrite dönüştürüyor. Yani siz yediklerinizden nitrat alırsanız o vücudumuzda rahatlıkla nitrite dönüşüyor.

Nitrat ve Nitrit Vücudumuzdaki işlevleri neler?

Vücudumuzda tam bir kimyasal reaksiyonlar olduğunu görüyoruz. Vücudumuza giren nitrat ve nitritler, nitrik oksite dönüşüyor. Bu mucizevi kimyasal nitrik oksit damarlarımızı gevşeterek tansiyonu düşürüyor, kalp ve damar sağlığımızı destekliyor, hatta bağışıklık sistemimizde mikroplarla savaşmada rol alıyor.

Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, sebzelerden gelen nitratın “doğal bir tansiyon ilacı” gibi işlev görebildiğini gösteriyor. Özellikle “DASH diyeti” olarak bilinen, sebze ve meyve ağırlıklı beslenme programının tansiyonu düşürmede etkili olmasının nedenlerinden biri de bu nitrat içeriği olabilir.

Peki, zararları var mı?

Kısaca yazmak gerekirse, her şeyin fazlası nasıl zarar veriyorsa, nitrat ve nitritler için de aynı durum geçerli.

  • Bebeklerde risk: Altı aydan küçük bebekler yüksek nitrat içeren sulara ya da sebzelere maruz kalırsa “mavi bebek sendromu” olarak bilinen ciddi bir tablo ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle uzmanlar, bebeklere erken dönemde ev yapımı ıspanak, pancar, havuç gibi sebzelerin verilmesini önermiyor.
  • İşlenmiş etler: Salam, sucuk, sosis gibi ürünlerde koruyucu olarak eklenen nitritler bazı koşullarda kansere yol açabilen bileşiklere dönüşebiliyor. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü ve birçok sağlık otoritesi, kırmızı et tüketiminin sınırlı tutulmasını, işlenmiş etlerin ise mümkün olduğunca az tüketilmesini tavsiye ediyor. Keşke hiç tüketmesek…

Burada dikkat etmemiz gereken husus ise sebzelerden gelen nitrat ve nitrit ile işlenmiş etlerden gelenler ile aynı kefeye konmamalı. Çünkü sebzeler sadece nitrat içermez; aynı zamanda vitaminler, antioksidanlar ve lif gibi sağlığımızı koruyan başka birçok bileşik de sunar. Bu koruyucu maddeler, potansiyel zararlı etkileri büyük ölçüde dengeler.

Sonuç olarak, günlük hayatta nelere dikkat edelim?

  • Soframızda bolca sebze ve meyve tüketelim. Özellikle yeşil yapraklı sebzeler hem vitamin hem de kalp-damar sağlığını destekleyen nitrat açısından zengin.
  • İşlenmiş etleri günlük hayatımızdan çıkaralım.
  • Bebeklere erken dönemde nitrat açısından zengin sebzeleri vermekten kaçınalım.
  • İçme suyumuzun kalitesinden emin olalım. Özellikle köylerde ve kırsal alanlarda kullanılan kuyularda nitrat seviyesi yüksek olabilir. Resmi makamlardan destek alıp su analizlerini devamlı yaptırmak gerekiyor.

Kaynak: The American Journal of Clinical Nutrition Volume 90, Issue 1, July 2009, Pages 1-10

Okumaya devam et

Köşe Yazıları

Mikroplastikler: Organlarımızdan Beynimize Sinsice Yürüyen Tehlike

Yayınlanma

Tarih

Yazar

Her gün farkında olmadan soluduğumuz hava ile, yediklerimizle ve içtiklerimizle vücudumuza minik plastik parçacıkları alıyoruz. Bunlara mikroplastik diyoruz.

Boyutları beş milimetreden küçük olabiliyorlar.

Yıllardır denizlerde, nehirlerde, toprakta bulunduğu bilinen bu parçacıklar, sadece çevre sorunu ve kirliliği değil; doğrudan sağlık sorunu haline geldi. Son bilimsel çalışmalar, mikroplastiklerin insan vücudunun sekiz farklı organ sisteminde bulunduğunu ortaya koyuyor: kalp-damar, sindirim, endokrin, deri, lenf sistemi, solunum, üreme ve idrar yolları… Hatta anne sütünde, kanda, idrarda ve bebeklerin ilk dışkısında bile tespit edilmiş durumda.

Daha da çarpıcı olanı, geçen yıl yayımlanan bir araştırmada, mikroplastiklerin beynimizdeki koku soğancığında (olfactory bulb) bulunduğu ortaya çıktı. Yani bu parçacıklar, burnumuzdan girip, koku sinirleri üzerinden doğrudan beyne ulaşabiliyor. Normalde beyni koruyan kan–beyin bariyerini aşmak çok zordur. Ancak mikroplastikler bu engeli dolanarak en hassas bölgelerimize kadar girebiliyor.

Neden Tehlikeli?

Mikroplastikler sadece plastik değil; üzerlerine çevreden toksik kimyasallar, ağır metaller ve hastalık yapıcı mikroorganizmalar da tutunabiliyor. Vücudumuza girdiklerinde şu riskleri taşıyorlar:

  • Oksidatif stres: Hücrelerimizde serbest radikal üretimini artırarak hücre duvarlarına, proteinlere ve DNA’ya zarar verebilirler.
  • Kronik iltihap: Bağışıklık hücrelerini sürekli uyararak Alzheimer, Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkların seyrini hızlandırabilirler.
  • Mikro damar tıkanıklıkları: Özellikle kalp-damar sisteminde küçük pıhtı oluşumlarına neden olabilirler.

Mikroplastiklerin başlıca kaynakları şöyle özetleyebiliriz: Tek kullanımlık plastik şişeler ve gıda ambalajları, Sentetik elyaflı kıyafetlerin yıkanmasıyla suya karışan mikro lifler, Kozmetiklerde kullanılan mikro boncuklar, Lastik aşınmasıyla yollara ve havaya karışan partiküller.

Ne Yapabiliriz?

  • Plastik kullanımını azaltmak: Tek kullanımlık ürünleri kullanmamız gerekmektedir.
  • Cam veya paslanmaz çelik kullanmayı teşvik etmeli önce kendimiz kullanmalıyız. Su ve yiyecek saklamada plastik yerine tercih etmeliyiz.
  • Havayı filtrelemek: Özellikle kapalı alanlarda mikro liflerin solunmasını azaltmak. için önlemler alınmalı.
  • Çevre politikalarını desteklemek: Plastik kirliliğini azaltacak düzenlemelere sahip çıkmak.

Mikroplastikler görünmez olabilir, ama etkileri görünmez değil. Bugün çevrede gördüğümüz plastik atıklar, yarın hücrelerimizde, beynimizde olabilir. Bu sessiz işgali durdurmak için hem bireysel hem toplumsal adımlar atmak zorundayız. Çünkü plastik kirliliği sadece çevre meselesi değil, gelecek nesillerin sağlığı meselesidir.

Okumaya devam et

Trendler

Prof. Dr. Hamdi Temel © 2020 Tüm hakları saklıdır. Site içerisindeki yazıların izinsiz ve kaynak gösterilmeden paylaşılması yasaktır.

Toplam Ziyaretçi Sayısı

maksibet giriş maksibet film hd izle film izle film hd izle şutbet giriş şutbet oslobet giriş oslobet betmoris giriş betmoris elexusbet giriş favorislot elexusbet giriş